Blog

Ara17

İstanbul’un Tarih Öncesi: Yrd. Doç. Dr. Emre Güldoğan Röportajı

Kategori: Arkeoloji ve Sanat Haberleri  |  Yorum: 0 yorum

etiketler  İstanbultarih öncesiröportajEmre Güldoğanbelgelemeyüzey araştırmasıSilivri



İstanbul’un Tarih Öncesi: Yrd. Doç. Dr. Emre Güldoğan Röportajı...

Yazar:  Tarih: 17 Aralık 2016

İstanbul, insanlığın çok eski dönemlerinden beri önemli bir konumda olsa da, geçmişine dair bilgilerimiz çoğunlukla Roma dönemi ve sonrasına ait. Hızla ilerleyen kentleşme ve buna bağlı olarak ortaya çıkan araştırma sorunları yüzünden bu kentin tarih öncesine dair bilgilerimiz oldukça kısıtlı.

İstanbul Üniversitesi Prehistorya Anabilim Dalı’ndan Yrd. Doç. Dr. Emre Güldoğan ve ekibi, 2013 yılında İstanbul’un tarih öncesinin aydınlanmasına katkı sağlayacak önemli bir projeye başladı; Avrupa ve Anadolu yakalarından toplam 15 ilçeyi kapsayan İstanbul İli Yüzey Araştırmaları (İstYA) projesi. Projenin ayaklarından biri olan Silivri ilçesinde yapılan çalışmaların anlatıldığı “İstanbul İli Yüzey Araştırmaları, 2013 Silivri” isimli bir kitabın da çıktığı bu araştırma, İstanbul’un geçmişine dair bilinmeyenleri aydınlatıyor.

İçinde farklı disiplinler barındıran ve yaptıkları yayınlar ile örnek teşkil eden İstYA projesini ve İstanbul’un tarih öncesini, proje sorumlusu Yrd. Doç. Dr. Emre Güldoğan’a sorduk.

Yüzey araştırması nedir ve neleri kapsar?

Yüzey araştırması adı verilen çalışmalar arkeolojideki iki önemli araştırma projelerinin bir tanesini oluşturuyor. Yüzey araştırmaları; kazılardan önce araştırılacak bölgedeki arkeolojik tarihsel potansiyelin, hem bölge içerisindeki yerinin anlaşılması, hem de kronolojik olarak birbirinden farklı kaç döneme ait buluntuların olduğunun yerinde tespiti ile ilgili bir araştırmadır. Adından da anlaşılacağı üzere çalışılan bölgede ağırlıklı olarak arazide yürümeye dayalı ve sistematik olarak o bölgede bulunan buluntuların toplanmasına dayalı bir araştırma sistemidir.

Siz İstanbul İli Yüzey Araştırmaları projenizde araştırmaları nasıl yapıyorsunuz? Projedeki çalışma yöntemleriniz neler?

Ağırlıklı olarak yüzey araştırmaları, en bilinen şekliyle arazide toprak üstünde bulunan buluntuların sistematik olarak toplanması üzerine yapılan bir çalışmayı kapsıyordu. Biz 2013 yılında projeye başlarken yüzey araştırmalarını biraz daha farklı bir hale getirelim istedik. Araştırılan alanların, arkeolojik kazılarda son yıllarda özellikle çok yoğun olarak kullanılan Coğrafi Bilgi Sistemleri içerisindeki dağılımının yapılmasına; aynı zamanda bölgedeki yerleşik halkla daha iç içe geçip birebir görüşerek onların bize verdiği bilgilerle “arkeolojik ne bulabiliriz?” sorusunu değerlendirmek için sözlü tarihi de araştırmaların içine kattık. Sözlü tarih çalışmaları başka bir boyut aldı ve araştırılan bölgenin sadece arkeolojik potansiyeli değil, oraya gelen o bölgeye yerleşmiş en eski yerleşimcilerle yapılan görüşmelerle onların geldikleri dönemden bugüne o bölgenin geçirdiği değişimi de birebir yerinde öğrenmeye dayalı bir çalışma prensibi geliştirdik. Çalışmanın yöntemleri nelerdir sorusunun cevabı biraz böyle.

Yrd. Doç. Dr. Emre Güldoğan.

Yüzey taraması yapıldıktan sonraki aşama nedir?

Sonraki aşamayı kısaca şu şekilde yorumlayabiliriz, geçen yıla kadar malzeme toplanması ile ilgili bir problem vardı yönergede fakat bu sene biraz daha esnek hale getirildi. Özellikle çok önemli olan müzelik envanter buluntular dışındaki arazide tek tük bulunabileceğini bildiğimiz belli bir dönemi yansıtan önemli tarzdaki buluntuları toplama şansımız oldu. Temsilcinin gözetimi altında toplandıktan sonra bunların laboratuvar çalışmaları olarak yıkanması, tasnifinin yapılması, buluntunun türüne göre değerlendirilmesi… Orada mevcutsa o konun uzmanı, eğer uzmanı yok ise, daha sonra çalışılmak üzere müzeye naklinin doğru bir şekilde sağlanması, o aşamada belgelenmesi, çizimi ve diğer kayıt işlemlerini yapıyoruz.

Malzeme toplanması ile ilgili bu yönerge ne zaman geldi? Şimdi ne ölçüde esnetildi?

2013 yılında yapılan düzenlemeyle arkeolojik malzeme toplanması konusunda kısıtlamalar getirilmişti. 3 yıl kadar böyle gitti, bu sene ile birlikte biraz daha esnetildi. Az önce de belirttiğim gibi müzelik olanları ayırabiliyorsun onun dışında “nadir” olduğunu düşündüğün yani toprakta bırakmanın daha riskli olabileceği düşündükleri onu da tırnak içinde söylüyorum tabi bize göre her buluntu hangi döneme ait olursa olsun önemlidir. Sonuçta sıradan bir vatandaş biz gittikten sonra o alanı girip istediği gibi müdahale edebiliyor. Çok meraklı insan var ki bu İstanbul’da daha fazla. 20 kişilik bir ekibin bir alanda yürüdüğünü gördüklerinde yanımıza gelip soruyorlar ve biz işimizi anlattığımızda ilk başta umursamaz görünse bile biz gittikten sonra alana geri dönüp bizim alamadığımız malzemeye müdahale edebiliyor. Bu riski azaltmak için belli oranda buluntuları almamıza esneklik getirdiler. Yoksa araştırmanında bir anlamı kalmıyor, görmek başka bir şey, üzerinde çalışmak başka bir şey. Bir malzeme ile ilgili gördüğünüz anda o anda yaptığınız çalışma o anda sınırlı o alanı terk ettikten sonra bir daha gittiğiniz zaman, ertesi gün bile bulamayabiliyorsunuz.

Çalışmanın bir diğer uygulama alanının Coğrafi Bilgi Sistemleri olduğunu söylediniz. Bu konuda biraz bilgi verir misiniz?

Rotalarımızı kesinlikle harita üzerine aktarıyoruz. Yani gittiğimiz güzergah, kaç km yol yapmışız, taşınmazlar ve taşınırlar da dahil olmak üzere bulduğumuz alanı GPS üzerinden koordinatları kaydediyoruz ve bu koordinatları harita üstünde yerleştiriyoruz. Bu şu açıdan önemli bizlerden sonra bu bölgede çalışma yapmak isteyecek bilim insanları için veri tabanı oluşturmayı hedefliyoruz. Çünkü gittikleri zaman belki de o araştırdıkları bölgenin bizim araştırdığımız zamanki halini göremeyecekler. Hiç değilse doğru yere gitsinler, doğru araştırma alanlarını tercih etsinler. Ayrıca bulduğumuz buluntuların her birinin çeşitlemesine, türüne, bulunduğu yere göre koordinatların alınımı, daha sonraki zamanlarda oralarda belli bir dönemi çalışacak arkadaşlar için bir yol haritası oluşturması açısından da önemli. Bu bilgilerin hepsini bilim insanlarının kullanımına açık olacak şekilde bilgisayar ortamında saklıyoruz.

Onun dışında bakı haritaları, eğim haritaları, sayısal yükselti haritaları yapıyoruz. En son planımız sözlü tarih görüşmeleri yaptığımız köylerdeki kişilerle, görüşmeyi yaptığımız alanların haritaya eklenmesi. Çünkü görüşme yaptığımız kişiler 80 yaş ve üzeri insanlar ve sözlü tarih adı üstünde sözlü aktarıma dayalı olduğu için söz konusu kişiler olmasa bile yakınlarına ulaşılabilmesi sağlanabilir.

Sözlü tarih çalışmalarından bahsettiniz. Ne şekilde yapılıyor bu çalışmalar? Ayrıca ilçeler için sözlü tarih arşivi hazırlama planınız var, ondan da bahseder misiniz?

Aslında her arkeolog bir sözlü tarihçidir. Her gittiğimiz yerde insanlara soruyoruz “Burada arkeolojik bir şey var mı?”, “Hammadde kaynağı var mı?”, “Bu taşı nereden getiriyorsunuz?”, “Bunu nereden buluyorsunuz?” gibi. Fakat bunlar adı üstünde sözlü olarak sorulup, kaydedilmediği için, ya bilgiyi alan kişide kalıyor ya da o birine söylerse devam ediyor ve sonrasında yok olup gidiyor. Biz “Nasıl olsa soruyoruz, bunu sorarken bu insanlardan yaşadıkları o bölge ile ilgili başka neler alabiliriz” diye düşündük. Bu çalışmanın yöntemi olarak öncelikle 3 tane form oluşturduk. Sözlü tarih görüşme formu, materyal bağış formu, deşifre formu. Her birinin farklı işlevi var. Sözlü tarih formunun önemi şöyle ki; konuşacağımız kişi dünyanın en önemli bilgisine sahip bile olsa formu imzalamadığı takdirde görüşme yapmıyoruz. Anlatacaklarını hem yayında hem de daha sonra yapacağımız çalışmalarda, sunumlarda, makalelerde kullanmak için izin istediğimizi söylüyoruz. Onaylarsa görüşmeyi yapıyoruz. Çünkü bu uygulama projemizin güvenliği açısından önemli. Görüşmeyi 3 ayrı kamera, fotoğraf makineleri ve ses kaydı ile belgeliyoruz.

Bunların hepsi yapılmak zorunda, zira birinde sorun olduğunda tekrar aynı işlemleri yapmak zor olduğu için çoklu kayıt yapıyoruz. Bittikten sonra da hepsinin deşifresi profesyonel bir şekilde yapılıyor. Deşifrede şuna çok dikkat ediliyor, diyelim ki kişi şiveli, aksanlı konuşuyor kesinlikle onlara dokunulmuyor. Bozmadan birebir kullanmanın hem o görüşmenin doğruluğu ve gerçekçiliğinin ortaya konması açısından hem de o samimiyeti yansıtmak açısından önemli olduğu bir gerçek. Bir de o kişinin elinde varsa bölge ile ilgili geçmişten kalan dökümanları istiyoruz. Fotoğraf, arşiv, mektup ne varsa bunları alıp belgeleyip, orijinalini iade ediyoruz. Tabi ki aynı şekilde form imzalatarak. Şu ana kadar arşivimizde 3 ilçeden alınmış 40 saatlik kayıt bulunmakta. Destek bulunabilirse her ilçenin kendi belleğini oluşturması için en fazla 100 dakikalık belgesellerle o bölgelerin sözlü tarih arşivininde saklanma fırsatı olabilir. Ancak bunlar finans işleri ki maalesef Bakanlık yüzey araştırmaları için maddi destek vermediğinden bunları düşünmek kolay değil. Belki uzun vadede.

Bu çalışmalar arkeolojiden ziyade gelenek-görenek, örf-adet orda yaşanan sürecin anlatılması üzerine fakat özellikle bu sene şöyle bir avantajımız oldu; bakanlığın Araştırma Eğitim Genel Müdürlüğü “Sizin yaptığınız çalışma halk bilimine, folklor alanına giriyor. Bunu arkeolojik olarak nasıl bağlıyorsunuz?” şeklinde görüş istedi. Biz onlarla gerekli raporları, bilgileri paylaştık. Araştırma Eğitim Genel Müdürlüğü Türkiye’de böyle bir çalışmanın olmadığını, devam etmemizi istediklerini ve bulunduğumuz ilin Kültür Müdürlüğü ile bu bilgileri paylaşmamız gerektiğini söyledi ki her sene çalışma öncesinde-sırasında ve sonrasında Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile paylaşımda bulunuyoruz. Bu yönlendirmelerden sonra elde ettiğimiz sözlü tarih verilerini rapor halinde sunmaya başladık çalışmaların, UNESCO’nun SOKÜM (Soyut Olmayan Kültürel Miras) çalışmalarının kapsamına giren bir çalışma olması ve sonraki süreçte Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü arşivine de girecek olması sebebiyle mutluluk duyduk.

Başkaları tarafından da bu tarz çalışmalar yapıldığını görüyoruz fakat kitap olarak yayınlanmış olan sadece bizim arkeolojik projemiz mevcut. Arkeolojiyi bu şekilde yan bilimsel alanlarla destekleyerek multi-disipliner çalışmaların önünü açmış oluyoruz. Hem TÜBİTAK hem Avrupa Birliği multi-disipliner çalışmaları çok önemsiyor ve öneriyor. Biz de çalışmalarımıza tarih ve coğrafya bilimlerini de kattık ki bu sayede birçok farklı daldan uzmana çalışma fırsatı yaratıyor ve ilçelerde kaybolmaya yüz tutmuş birçok bilgiyi kayıt altına alıyoruz.

İstYA Proje ekibinden biraz bahseder misiniz?

Ortalama 20 kişilik bir ekibimiz var ki bu bir kazı çalışması kadar büyük. Bunun en büyük sebebi projeyi İstanbul’da yapmamız. Birçok arkadaşımız öğrenim hayatı boyunca kazıya gitme şansına sahip olamıyor ya da okulda bir projeye hiç katılmadan mezun olup gidiyor. Hem bilimsel bir çalışma hem de eğitim amaçlı düşündüğümüz için istiyoruz ki projemize katılım daha fazla olsun. Tabi ki bazı durumlarda maddi olarak sıkıntılar yaşıyoruz. Bu konuda kendimizi zorluyoruz daha öncede belirttiğim üzere maddi destek almıyoruz bakanlıktan, belli bir miktar da üniversiteden destek alıyoruz ama o da tamamen malzeme desteği. Bunların dışında çalıştığımız belediyeler ulaşım konaklama ve yiyecek içeceklerimizi karşılıyor ve bizde şartlarımızı mümkün mertebe zorlayarak ekibimizi daha yoğun ve kalabalık tutmaya çalışıyoruz.

Birçok uzmandan oluşan bir ekibimiz var. Yontma taş Teknolojisi buluntularımızı Yrd. Doç. Dr. Semra Balcı ve Arş. Gör. Berkay Dinçer çalışıyor. CBS ile ilgili Sakarya Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. M. Fatih Döker ve Esra Erşahin (MA) var. Çanaklarla ilgili yüksek lisans öğrencimiz Hilal Yumaklı (MA) var. Sözlü tarih çalışmalarımızı ise Doktorant Mehmet Altun koordinatörlüğünde oluşturduğumuz ekip üyelerimiz gerçekleştiriyor.

İstanbul gibi bir metropolde yüzey araştırması nasıl yapılır?

Kolay yapılmıyor. İstanbul ile ilgili çok fazla çalışmanın yapılmadığını ve çok aralıklı yapıldığını biliyoruz. Zaten en büyük sorunlarımızdan biri de sürekliliğin olmaması. İstanbul çalışmaları ile ilgili şöyle bir geçmişim var; 2008 ile 2012 arasında Küçükçekmece Göl Havzası Kazıları’nda başkan yardımcısı olarak çalıştım. Bu süreçte bölgede çalışma yönteminin nasıl olabileceğini ve bürokrasisini öğrenmenin epeyce faydası oldu. Cesaretimizi de arttırdı bu durum. İstanbul ili Yüzey Araştırmaları Projesini alırken sıkıntılar olacağını biliyorduk. Çünkü İstanbul’un en büyük sorunu inşaat, ulaşım ve yapılaşma faaliyetleri… Kentsel dönüşüm sonucu çok nadir kalan parsellerde ancak çalışma yapabiliyoruz. Bu yüzden pilot bölge olarak yapılaşmanın ve biraz öne bahsettiğim faaliyetlerin az olduğu bölgelerde başlamak istedik. Hem elimizdeki sonuçları bir değerlendirelim hem de sonraki yıllara daha sistemli bir strateji ile devam edelim diye Silivri ile başladık projemize. İkinci ve üçüncü yıllarımızda yani 2014, 2015’te Çatalca’da projeyi devam ettirdik, 2016 yılında Büyükçekmece’ deki çalışmalarımızı yaptık. 2017’de yine Büyükçekmece’yi bitirip artık Beylikdüzü’ne geçmeyi planlıyoruz.

O zaman bu 15 ilçeyi seçmenizdeki temel sebep yapılaşmanın daha az olması.

Evet yapılaşmanın daha yavaş ilerlediği bölgeler seçtik, ki bizim projemize dahil olan ilçelerden bazıları üçüncü köprü güzergahının olduğu bölgeler, kanal projesi daha ortaya çıkmadı ama güzergahı belirlenmeye başlandı, yine üçüncü havaalanı için çalıştığımız bölgelerin adı geçti. Yani belki de biz bu bölgelere girmemiş olsaydık birkaç yıl sonra hiçbir şekilde arkeolojik bir bilginin (kalıcı olarak zaten korunması çok kolay değil biliyorsunuz) sonraki yıllara aktarılmayacak, İstanbul ile ilgili bilgilerimiz sınırlı bir şekilde kalacaktı. Sizin de bildiğiniz gibi Yenikapı olmasaydı belki de İstanbul kültür tarihi için birçok soru hala toprak altında cevaplanmamış vaziyette kalacaktı.

3 yıllık çalışmalar süresince kaç tane arkeolojik alan tespit ettiniz?

Silivri çalışmalarımız sırasında bir adet höyük ile bir tümülüs, bir mağara tespit ettik. Çatalca’ya geldiğimizde bir mağara yerleşimi, dört adet tümülüs, bir nekropol alanı bir tane daha önce literatürde bulunmayan höyük yerleşimi tespit ettik. Örnek vermek gerekirse geçtiğimiz aylarda haberlere konu olan Çatalca Bahşayiş’teki tabyayı 2015 yılı çalışmalarında tespit eden ekip bizim ekibimiz ama daha sonra alanımız dışında bir dönemi içerdiği için çok fazla yayınlarda söz etmedik. Yine Çatalca’da İnceğiz’de Maltepe nekropol alanı var. Ona çok yakın bir yerleşim yeri olduğunu düşündüğümüz bir alanla karşılaştık bunlarla ilgili raporlarımızı yolladık sonuçlarını bekliyoruz. Büyükçekmece’de bu sene yaptığımız çalışmada bilinmeyen değil ama terk edilmiş bir yerleşim alanı olduğunu düşündüğümüz bir yerleşim alanına ziyarette bulunduk. Yine Büyükçekmece’de Paleolitik dönemin ilk aşamaları ve sonrasına ait olabileceğini söyleyebileceğimiz buluntularla karşılaştık. Paleolitik dönemi kesin söyleyebiliyorum çünkü malzemeleri inceleyen uzmanımız bu döneme ait buluntulardan oldukça fazla olduğunu söyledi.

Çatalca’da yine çok önemli “Balkan Mousterien’i” olarak adlandırılan ve Orta Paleolitik dönemdeki önemli bir geçiş noktasının rotası üzerinde bulunan iki adet yaprak biçimli uç dediğimiz, benzerlerine daha önce sadece iki yerde rastlanan yontma taş buluntu örneklerine rastladık. Bizim projemiz dışında bu söz konusu örnekler sonra Sakarya, Bursa ve Kütahya’da bulundu. Böylece o güzergahta (en azından hattını çizmek açısından) önemli bir boşluk doldurulmuş oldu. Mesela Silivri’de, Çatalca’da Alt Paleolitik döneme ait buluntu olduğu bilinmiyordu. O bölgelerde Alt Paleolitik döneme ait kıyıcı, satır gibi aletler bulduk. Onun dışında Üst Paleolitik döneme ait ve yine o bölgelerde tarih öncesi dönemlere ait buluntular bulduk.

Neolitik ile ilgili maalesef çok fazla bir şey bulamadık. Kalkolitik olabileceğini düşündüğümüz çanak çömlek örnekleri ve ayrıca Roma, Bizans, Osmanlı gibi dönemlere ait çok sayıda malzeme var.

Yaptığınız çalışmalar doğrultusunda İstanbul’un tarih öncesi ile ilgili edindiğimiz bilgiler neler?

İstanbul potansiyeli olan bir şehir zaten. Yani geçiş noktalarının üzerinde olmasından dolayı her dönem önem arz eden bir konumda. Fakat araştırma eksikliği gibi bir takım sıkıntılardan kaynaklı bu şehrin geçmişi ile ilgili büyük boşluklar var. Şöyle ki Yarımburgaz Mağarası (800.000 yıl önce) Avrupa’nın en eski yerleşim yerlerinden biri. Ondan sonrasında ise belli bir dönem çok ciddi anlamda bilgi boşluğu var. Aralarda Fikirtepe, Pendik gibi Neolitik döneme tarihlenen yerleşim yerlerinin varlığını biliyoruz kısa süreli kazılar olmasına karşın Marmara ve Güneydoğu Avrupa ile kültürel ilişkilerin anlaşılması açısından önemli sonuçlar veren projelerdir bunlar.

Sonrasında Yenikapı ve Yarımburgaz çalışmalarına kadar zaten İstanbul ile ilgili yapılan çalışma yok. Bunların dışında TAY Projesi var ki en azından Marmara bölgesi için bir envanter çalışması olarak da olsa hem tespit edilmiş arkeolojik yerlerin son halinin görülmesi, hem de yeni yerlerin tespiti ile ilgili önemli bir proje.

2008 de İstanbul Tarih Araştırmaları yani Küçükçekmece projeleri ile beraber tekrar bir araştırma süreci başladı. Biz orda Neolitik döneme tarihlenen PPNB (ÇÇNB) Çanak Çömleksiz Neolitik B olarak adlandırılan döneme tarihlenen naviform çekirdekleri tespit etmiştik ki Yakındoğu’nun o dönemine ait buluntularının Marmara bölgesinde ilk karşılaşıldığı yerleşim bölgesiydi Küçükçekmece. Doğal olarak bu şunu gösterdi bize; demek ki bu yayılımla ilgili özellikle Neolitiğin yayılımı ile ilgili bölgenin önemli bir rota noktası olduğunu söyleyebileceğimiz bir durumu ortaya koymuştu.

Silivri, Çatalca başta olmak üzere Trakya’nın o bölgesinde kalan yerler için bazı bilgilere sahibiz, meşhur su yolları, kanallar, Anastasius Surları gibi, Roma ve sonrası dönemlere tarihlenen yapılar gibi. Fakat bu dönemlerden öncesi o bölge için bilinmiyordu. Bizim İstYA projesi ile beraber en azından artık o bölgelerde de tarih öncesi izlerin olduğunu tespit ettik yani bu adamlar buraya bir şekilde birden gelmiyorlar aslında bu bir sürecin sonucu. O sürecin daha eski basamaklarını bizim bu araştırmalarımızla biraz daha aydınlattık. Önemli olduğunu düşündüğümüz asıl alan aslında Anadolu yakasındaki yapacağımız çalışmalar yani projenin Anadolu yakası ayağı. Çünkü o bölgelerde yapılmış bu şekilde bir çalışma yıllardır yok. 80’lerde Mehmet Özdoğan hocamızın yaptığı yüzey araştırmalarında bulduğu birkaç tane yerleşim yeri var. İstYA Projesi kapsamında Şile, Beykoz, Pendik Sancaktepe, Çekmeköy, Sultanbeyli ilçelerinde çalıştığımız zaman en azından o bölgenin de tarih öncesi ile ilgili daha iyi sonuçlar elde ederiz diye umuyorum.

Bu çalışma kapsamında çektiğiniz zorluklar/sorunlar

Özellikle son yıllarda arkeolojik kazılarda dahil ödenek sıkıntısı fazlasıyla hissedilmekte. Daha önce de söylediğim gibi yüzey araştırmalarında maddi destek zaten verilmiyor. Bir de İstanbul’da proje yapmak maddi anlamda çok daha zor çünkü İstanbul hem alım gücünün hem tüketimin daha pahalı olduğu bir şehir. Biz de elimizden geldiğince gücümüzün yettiğince projemizi gerçekleştirme çabasındayız. Geniş bir ekiple verimli bir çalışmayı belirli bir sürede yapma hedefimiz var. Biz bu işi hiçbir zaman bir getiri veya başka bir amaçla yapmıyoruz. Tamamen Türk arkeolojisi için yeni bir yöntem yeni bir bakış açısı geliştirmek için çalışıyoruz. Bu bağlamda 3 yıldır iyi gidiyor. Bundan sonra da elimizden geldiği kadar devam ettirmeye çalışacağız. Tabi ki 15 ilçe kolay değil, bir ilçeye 1,5 – 2 yıl zaman ayırsak bile 30 yıl gibi uzun bir süre eder. Ancak biz projemiz dahilinde bulunan 15 ilçeyi bitirmeyi hedefliyoruz.

Sürenin uzunluğu, maddi sıkıntılar veya diğer sorunlara rağmen gücümüz yettiğince enerjimiz oldukça çalışmaya devam edeceğiz. Ekibimizdeki arkadaşlarımız ilerledikçe uzmanlaşmaya başladıkça sürecin hızlanacağını düşünüyorum. Çünkü ilk başladığımızda daha tecrübesiz bir ekibimiz vardı. Bu sene itibariyle artık çok daha tecrübelenmiş bir ekibimiz var. Bu işimizi kolaylaştırıyor ve daha hızlı hareket etmemize sağlıyor. Bazı yıllar belki yakın olan ilçeleri bir yıl içinde tamamlayacak şekilde hızlandırma şansımız olabilir. Bu 15 ilçeyi, bu projeyi başladığımız o yayın silsilesi içerisinde bitirme amacımız var. Çünkü Türk arkeolojisinin en büyük sorunu yayın eksikliği. İşte Silivri kitabı bitti. Şimdi Çatalca’nın hazırlıklarına başladık, önümüzdeki yıl Çatalca kitabını tamamlayacağız. Büyükçekmece’deki çalışmalarımız da önümüzdeki yıl biterse 2017 yılında Büyükçekmece kitabını da yayınlamaya çalışacağız. Böylelikle 5 yıl içerisinde 3 kitabı olan bir proje gerçekleştirme hedefimiz var.

Teşekkürler.

www.Arkeofili.com

Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >

Yazıya Yorum Ekleyin

* Takma ad kullanabilirsiniz

* Yorumunuzda görülmeyecektir

 Evet   Hayır* Her defasında yeniden girmemeniz için