Blog

May11


Ölmeyen Dinozorlar

Meksika’nın Yucatán kıyılarındaki beyaz kumsallar ve rengârenk tatil köyleri arasında saklı mangrovlar, kuşlar –ve onları gözlemeyi sevenler– için bir cennet. Önemli bir kuş göçü rotasında bulunan sık ağaçlıklı bu bataklıklar, her yıl Kuzey ve Güney Amerika arasında tehlikeli bir yolculuk yapan milyonlarca kuşa güvenli bir liman sağlıyor.

Bağımsız Meksika Üniversitesi’nin yerel kampüsünde görevli tatlı dilli biliminsanı Luis Salinas–Peba, göç yolları üzerindeki bu mola yerinde bana rehberlik ediyor. Botanik eğitimi almış olan Salinas–Peba, mangrovları dolduran, görüp duyduğumuz türlerin tümünü tanıyan bir kuş saptama ustası aynı zamanda. Uzun mesafeler kat eden göçmen kuşlar ile yerel türlerin buradaki karışımı baş döndürücü. Kanada’dan yola çıkan mavi kanatlı ördeğin yolu Yucatán’a özgü çıtkuşu ile çakışıyor. Devasa pembe flamingolar ile minik kolibriler birbirine karışıyor.

Karabatakların gırtlaktan gelen uyarı sesleri havayı dolduruyor ve küçük kayığımız yuvalarına yaklaştıkça daha da yüksek sesli ve ısrarcı bir nitelik kazanıyor. Hep birlikte göğe yükselen birkaç parlak siyah kuş, bakışlarımı gökyüzüne, düşüncelerimi ise 66 milyon yıl önce uzaydan gelen bir göktaşının tarihöncesi bir cenneti alev alev bir kıyamet yerine dönüştürdüğü zamanlara yöneltmeme neden oluyor.

Bu mangrovun 50 kilometre kadar doğusunda, Meksika Körfezi’nin içine doğru uzanan dev bir meteor kraterinin merkezinde, sakin sahil kasabası Chicxulub Puerto yer alıyor. Kıtaların devamlı hareketi nedeniyle kraterin kenarları silikleşmiş ve günümüzde ancak ileri uydu teknolojileriyle görülebiliyor. Oysa gezegenimizde bıraktığı ayak izi muhteşem bir öyküyü anlatıyor. Geç Kretase Devri’ndeki uğursuz bir günde, dağ boyutundaki bir göktaşı günümüzün Yucatán kıyılarına çarparak yeryüzünü oymuş ve bir dizi felakete neden olmuştu. Buharlaşan kaya ve zehirli gazlar atmosferi kaplamış, tüm dünyada ormanlar yok olmuş ve sıcaklık çarpıcı iniş çıkışlar göstermişti. Çarpma ve ardından yaşananlar, dinozorların saltanatını sona erdirmiş, 135 milyon yıl boyunca dünyaya hâkim olan bir canlı grubunu yeryüzünden silmişti.

Daha doğrusu neredeyse silmişti.

Hangi paleontoloğa sorarsanız sorun, canlıların bir yolunu bulduğunu ve kimi dinozorların kitlesel yok oluştan kurtulduğunu söyleyecektir size. Çünkü günümüz kuşları, azılı yırtıcılar olarak ortaya çıkıp, evrim tarafından kanatlı ve tüylü kuşlar olarak biçimlendirilen dinozor aile ağacının son küçük dalları.

Burada görülen dromeozorlar gibi dinozorlar, ördeklerin Antarktika’daki tarihöncesi akrabalarıyla mı besleniyordu? Donuk kıta 67 milyon yıl önce çok farklıydı ama fosiller Vegavis iaai’nin günümüz ördeğine inanılmaz derecede benzediğini ortaya koyuyor. Bu fosil, kuş olmayan tüm dinozorları yok eden göktaşı çarpmasından sağ kurtulan modern kuş grubu ile ilişkilendirilen en eski buluntu.[İllüstrasyon: Raúl Martín] 

“Kuşların birer dinozor olduğuna şüphe yok,” diyor Los Angeles Bölgesi Doğa Tarihi Müzesi’ndeki Dinozor Enstitüsü’nün müdürü Luis Chiappe. “Kanıtlar o kadar aleni ki, insanlar primat mı değil mi konusunu sorgulamakla aynı kefeye koyarım.”

Günümüz kuşlarının atalarını, göktaşının yol açtığı cehennemde Kretase Devri’ndeki kuzenlerinden daha avantajlı kılan şey ne olmuştu? Fosil kayıtlarında kuşların ne kadar nadir görüldüğü göz önüne alındığında zor bir soru bu. Ancak son 20–30 yılda yapılan olağanüstü keşifler, genetik analizlerin de desteğiyle birlikte, Chicxulub çarpmasının günümüz kuşlarının kökenine dair öyküyü nasıl biçimlendirdiğini ortaya çıkarmaya başladı. Bu da kuşların afetten nasıl sağ çıktığına ve günümüzde varlık gösteren 10 bini aşkın türe nasıl ulaştığına dair akla yatkın ilk ipuçlarını sağlıyor.

Kuş aile ağacının bilinen en eski üyesi, kuzgun boyutundaki Archaeopteryx. 150 milyon yaşındaki bu hayvan çarpıcı özellikler sergiliyor. Günümüzdeki kuşların hiçbirinde diş yokken, Archaeopteryx’in çenesi keskin dişlerle doluydu. Ön uzuvlarında pençeleri vardı ve uzun, kemikli bir kuyruğa sahipti. Kuşlarda ortadan kalkmış olan bu özellikler, Jurassic Park ile ünlenen Velociraptor gibi daha sürüngen akrabalarıyla büyük benzerlikleri olduğunu ortaya koyuyor. Ama Archaeopteryx modern kuşların özelliklerini de taşıyordu. Fosilleri, aerodinamik teleklerle kaplı büyük kanatları ve tavuklardakinden pek de farklı olmayan bir lades kemiği olduğunu ortaya koyuyor.

Tür, 1860’larda keşfedilmesinden kısa bir süre sonra, dinozorlardan kuşlara geçişte net bir adım olarak göklere çıkarılmıştı. Ancak evrimsel aralıkları dolduracak pek az yeni fosil bulunduğu için atalarına ve ardından gelen soyuna dair ayrıntılar uzun yıllar boyunca belirsizliğini sürdürdü.

Bu durum nihayet 1996’da, biliminsanlarının kuşlar ile akraba olmayan telekli bir dinozorun bilinen ilk fosilini bulmasıyla değişti. Büyük bölümü Liaoning Bölgesi’nde olmak üzere Çin’deki Erken Kretase kaya formasyonlarından çıkarılan onlarca muhteşem türden biri olan ve 130 milyon yıl kadar öncesine tarihlenen Sinosauropteryx prima tüm bildiklerimizi baştan yazdı. Buradaki tarihöncesi göller ve aktif volkanlar, fosillerin en iyi durumda korunması için tüm koşulları hazırlamıştı. Sonuç olarak, kuş olmayan dinozorlar ile onlarla aynı dönemde yaşamış ilkel kuşlar bir araya toplanmıştı. Üzerlerindeki tüyler, pullar ve deriler bazen o kadar ayrıntılıydı ki, yer yer pigment kalıntıları bile vardı. Tıpkı Archaeopteryx gibi bu hayvanlar da, bildiğimiz modern kuş kavramı ile yırtıcı dinozorların klasik imajını aynı anda içinde barındıran gerçeküstü karışımlardı.

Koyu renk tüylere sahip, kuş olmayan dinozorlardan Microraptor gui, muhtemelen dört ayağında da bulunan sert tüyler sayesinde dallar arasında süzülerek yol alıyordu. Onun hemen yanındaki Longipteryx chaoyangensis adlı ilkel kuş, suyolları boyunca uçuşuyor, sürüngenlerinki gibi dişlerle dolu çenesiyle balık yakalıyordu. Kabarık, kızıl bir sorguca sahip kömür grisi dinozor Anchiornis huxleyi, üç pençeli güdük kanatları yüzünden gerçek anlamda uçamadığı için orman tabanında gotik bir sülün gibi dolaşıyordu.

“Fosilleri görmüş olmasanız bu canlıların yaşamış olduğuna inanamazsınız,” diyor Şikago’daki Field Müzesi kuş küratörü Shannon Hackett.

National Geographic Yeni Kâşifi de olan biyolog Ryan Carney’in liderliğinde gerçekleştirilen X ışını taraması ve fotogrametri sayesinde “ilk kuş” Archaeopteryx’in üçboyutlu dijital modeli taş mezarından fırlamış gibi duruyor. Kanatlarındaki telekler, 150 milyon yaşındaki hayvanın gerçek fosil kanatları örnek alınarak yapılmış. 

Liaoning’de ortaya çıkarılan buluntuların bolluğuna rağmen, paleontologlar fosil kayıtlarında hâlâ boşluklarla karşı karşıyaydılar ve bu boşlukları ufak kemik parçalarından elde ettikleri yarım yamalak verilere dayanarak doldurmaya çalışıyorlardı. Kimi DNA araştırmaları, günümüz kuşlarının kökenini Kretase Devri’nin erken dönemlerine yerleştiriyor ve günümüzde varlık gösteren kuşların sistematik gruplarından çoğunun da bu zaman çizelgesinin ilk dönemlerinde ortaya çıktığını öne sürüyordu. Bu durum, bir grup modern kuş atasının devasa bir güruh hâlinde kitlesel yok oluştan sağ çıktığı büyük bir kurtuluş öyküsüne işaret ediyordu.

Bazı uzmanlar ise felaketten önce yaşayan tüm kuşların –tıpkı Çin’de fosilleri bulunanlar gibi– çok daha ilkel canlılar olduğunu ileri sürüyordu. Bu teoriye göre ise, birkaç tarihöncesi tür felaketten sağ çıkmış ve ancak geri kalan dinozorların hepsi öldükten sonra modern kuş evriminde bir “büyük patlama” yaşanmıştı.

Bu tartışma yıllar boyunca sürdü. Ancak 2005’te Antarktika’da bulunan kemikler, elde bulunanlara heyecan verici yeni bir malzeme ekledi: Chicxulub olayından hemen önce yaşamış olan ve günümüz ördeğine inanılmaz benzeyen bir kuştu bu.

Austin’deki Teksas Üniversitesi’nden Julia Clarke, Vegavis iaai’yi ilk olarak 67 milyon yıl önceye, yani göktaşı çarpmasının hemen öncesine tarihlenen bir fosile dayanarak tanımladı. Kemiklerin geleneksel anatomik analizleri ve dijital yapılandırmaları, Vegavis’in iskeletinde yalnızca günümüzdeki kuşlarda bulunan özellikler olduğunu ortaya koyuyor –ki bu gerçekten de modern kuşların soyunun bir parçası olduğunun göstergesi. Clarke ve ekibi, bu hayvanı günümüzdeki ördek ve kazların da içinde yer aldığı gruba dahil ediyor.

2016’da Vegavis’e ait ikinci ve daha eksiksiz bir iskeleti inceleyen araştırmacılar, hayvanın ördekle tek benzerliğinin görüntüsü olmayabileceğini, Vegavis’in aynı zamanda ördek gibi vaklamış olabileceğini de ortaya çıkardılar. Fosil, günümüz ördekgillerinden çok da farklı olmayan bir vaklamayı çıkarabilen, sirenks adlı ses organının bilinen en eski örneğine sahipti.

Vegavis, kuşların yayılımını anlamak açısından erken dönem fosillerin en önemlilerinden biri,” diyor Bath Üniversitesi evrim paleobiyologlarından Daniel Field. Göktaşının çarpmasından hemen önce modern bir kuş grubunun ortaya çıktığına dair bu kanıt, kuş evrimi konusunda 1990’lara egemen olan karşıt görüşlerin gözden geçirilmesi gerektiğini iyice açığa çıkardı.

Kemik parçalarına daha yakından bakmak, genetik iz sürme yöntemlerinin ilerlemesinin de yardımıyla öyküyü ete kemiğe büründürüyor. 2015’te yayımlanan bir araştırmada, Yale Üniversitesi ornitologlarından Profesör Richard Prum liderliğindeki bir ekip, günümüzün kuş türlerinden 198’inin genlerini yakından inceledi ve bulguları son fosil keşifleriyle karşılaştırdı. Hazırladıkları ayrıntılı kuş aile ağacı, modern gruplardan yalnızca üçünün göktaşı çarpmasından önce ortaya çıktığını gösteriyor.

(http://www.nationalgeographic.com.tr)

Kaynak: Arkeokültür
 

Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >

Yazıya Yorum Ekleyin

* Takma ad kullanabilirsiniz

* Yorumunuzda görülmeyecektir

 Evet   Hayır* Her defasında yeniden girmemeniz için