Blog

Eki6

DNA ve Fosiller, Zekanın Evrimi Konusunda Ne Anlatıyor?

Kategori: Arkeoloji ve Sanat Haberleri  |  Yorum: 0 yorum

etiketler  beyinbüyük sıçramahomo sapienskültürteknolojizeka



DNA ve Fosiller, Zekanın Evrimi Konusunda Ne Anlatıyor?

Yazar: Çağatay Çeliktaş on 6 Ekim 2020

Bu gezegende, bize benzeyen bir canlı ilk ne zaman ortaya çıktı? Bu soruya verilen cevaplarda fikir birliği çok az.

Eller Mağarası. C: Mariano/Wikipedia

DNA ve fosiller, anatomik olarak bize benzeyen modern Homo sapiens’in yaklaşık 300.000 yıl önce evrimleştiğini gösteriyor. Arkeoloji ise aletler, eserler ve mağara sanatı gibi karmaşık teknoloji ve kültürlerden meydana gelen “davranışsal modernliğin” şaşırtıcı bir şekilde daha yakın zamanda geliştiğini öne sürüyor. Yani yaklaşık olarak 50.000-65.000 yıl önce!

Bazı bilim insanları bu konuya, en eski Homo sapiens’in tamamen modern olmadığını söyleyerek açıklık getiriyor. Bununla birlikte ele alınan farklı veriler, farklı yorumlara da sebebiyet veriyor. Kafatasları ve genler bize beyni, bulunan eserler ise bize kültürü anlatır. Buradan yola çıkarsak, muhtemelen beynimiz, kültürlerimizden önce modernleşti.

Etnik grupların genetik ayrışması dahil, modern insan evrimindeki önemli fiziksel ve kültürel kilometre taşları. C: Nick Longrich

“Büyük sıçrama”

Homo sapiens’in ilk ortaya çıkışından sonraki 200.000-300.000 yıl boyunca aletler ve eserler, Neandertal teknolojisinden biraz daha gelişkin fakat bazı Amerikalı yerlileri gibi modern avcı-toplayıcılara göre şaşırtıcı derecede basitti. Yaklaşık 65.000 ila 50.000 yıl önce ise, ortaya daha ileri bir teknoloji çıkmaya başladı: yay ve mızrak gibi karmaşık silahlar, oltalar, seramikler, dikiş iğneleri.

İnsanlar, kafalarındaki idolleri temsil eden sanat eserleri yapıp (mağara resimlerindeki atlar, fildişinden tanrıçalar, aslanlar gibi) sanatsal yetenek ve hayal güçlerini gösterdi. Bunlarla birlikte insanların 65.000 yıl önce Avustralya’da bulunmaları, denizcilikte de ustalaştıklarını anlamamızı sağladı.

Teknolojideki bu ani gelişmeye “büyük sıçrama” deniyor ve sözde tamamen modern insan beyninin evrimini yansıtıyor. Fakat DNA ve fosiller, insan zekasının çok daha erken bir dönemde modern hale geldiğini gösteriyor.

Brassempouy Venüsü, 25.000 yaşında. C: Wikipedia

Modern anatomi

İlkel Homo sapiens’in kemikleri ilk olarak 300.000 yıl önce Afrika’da ortaya çıktı ve beyinleri bizimki kadar büyük veya bizden biraz daha da büyüktü. Bunu yaklaşık 200.000 yıl önce anatomik anlamda modern Homo sapiens takip etti. Bu noktada, insanların beyinleri bizimkine benzer boyut ve şekle sahipti.

Eğer modern beynin varlığını, onu koruyan “kutu”sunun boyutuna göre belirliyorsak, Afrikalı atalarımızın İzafiyet teorisini keşfetmeleri, uzay teleskopları icat etmeleri, romanlar ve aşk şarkıları yazmaları gerekirdi. Ancak kemikler yalnızca fiziksel olarak bizim kadar “insan” olduklarını gösteriyor.

300.000 yıl önceye tarihli kafatası, Fas. C: NHM

Fosil kayıtları genellikle çok düzensiz olduğu için, yalnızca yaklaşık tarihler verir. İnsan DNA’sına bakıldığında ise, modern zekâ için daha da eski tarihleri işaret eder. Modern insanlardaki DNA ile eski Afrikalılar arasındaki genetik farklılıkları karşılaştırdığımızda, atalarımızın 260.000 ila 350.000 yıl önce yaşadığını görüyoruz. Türümüzün ve insanlığımızın temel ortak özelliklerini bu insanlardan miras olarak aldığımız öne sürülür ve yaşayan tüm insanların kökeni buraya bağlanır.

Tüm aynı soydan gelen torunlar (Bantular, Berberiler, Aztekler, Aborijinler, Tamiller, Sanlar, Hanlar, Maoriler, Inuitler (Eskimolar), İrlandalılar) diğer büyük maymunlarda bulunmayan bazı tuhaf davranışlara sahiptir. 

Tüm insan kültürlerinde, erkekler ve kadınlar arasında çocuklara bakmak için uzun vadeli ilişkiler kuruyoruz. Şarkı söyleyip, dans ediyoruz. Sanat yapıyoruz. Saçlarımızı düzeltiyor, vücudumuzu takı, dövme ve makyaj ile süslüyoruz. Barınaklar yapıyoruz. Ateşi ve karmaşık aletleri kullanıyoruz. Düzinelerce veya binlerce geniş, çok kuşaklı sosyal gruplar oluşturuyoruz. Savaşmak ve birbirimize yardım etmek için iş birliği yapıyoruz. Öğretiyoruz, hikayeler anlatıyoruz, ticaret yapıyoruz. Ahlakımız ve kanunlarımız var. Yıldızları, evrendeki yerimizi, hayatın anlamını, ölümün ardından gelenleri düşünüyoruz.

Araçlarımızın, modamızın, ailemizin, ahlakımızın ve mitolojilerimizin ayrıntıları kabileden kabileye ve kültürden kültüre değişir, ancak yaşayan tüm insanlar bu davranışları gösterir. Bu, bu davranışların ve bunları uygulayabilecek kapasitenin doğuştan geldiğini gösteriyor. Bu paylaşılan ortak davranışlar tüm insanları ortak bir paydada birleştirir. Bunlara, insan olmanın anlamından ve ortak atalardan kaynaklanan, insanlık halleri diyebiliriz.

İnsanlığımızı 300.000 yıl önce Güney Afrika’daki halklardan miras aldık.  65.000 yıl öncesinden başlayarak, herkesin, her yerde tesadüfen aynı anda aynı şekilde tamamen insan olması gibi alternatif fikirler elbette imkânsız değildir, ancak tek bir köken daha olasıdır. 

Ağ etkisi

Arkeoloji ve biyoloji birbirleriyle aynı fikirde değilmiş gibi görünebilir, ancak aslında her ikisi de insan hikayesinin farklı bölümlerini anlatıyor. Kemikler ve DNA bize beynin evriminden ve donanımlarımızdan bahseder. Aletler ise zekayı, kültürü, donanım ve uygulamalarımızı gösterir.

Taş aletler.

Tıpkı eski bilgisayarınızın işletim sistemini yükseltebildiğiniz gibi, zekâ olmasa bile kültür gelişebilir. Eski zamanlarda insanlar akıllı telefonlardan veya uzaya yolculuktan yoksundu. Fakat Buda ve Aristoteles gibi filozofları incelediğimizde, onların da aynı derecede akıllı olduklarını görürüz. Bu sebeple aslında beynimiz değil, kültürümüz değişti.

Bu bir bulmaca yaratır. Pleistosen avcı-toplayıcıları bizim kadar zekiyse, kültür neden bu kadar uzun süre ilkel kaldı? Yayları, dikiş iğnelerini, tekneleri icat etmek için neden yüzlerce bin yıla ihtiyacımız vardı? Ne değişti? Muhtemelen birkaç şey…

Önce, Afrika’dan çıkıp gezegenin daha fazla bölgesini işgal ettik. O zaman icat edilecek daha çok şey olduğundan tarih öncesi Steve Jobs veya Leonardo da Vinci’nin ortaya çıkma şansı daha fazlaydı. Ayrıca Orta Doğu, Kuzey Kutbu, Hindistan ve Endonezya’da benzersiz iklimler, yiyecekler ve diğer insan türleri de dahil olmak üzere, farklı bir sürü tehlikelere sahip, yeni ortamlarla karşılaştık. Hayatta kalmak için yenilikler gerekiyordu.

Bu yeni toprakların çoğu Kalahari veya Kongo’dan çok daha yaşanabilir durumdaydı. İklimler daha ılıman olsa da Homo sapiens de Afrika hastalıklarını ve parazitlerini geride bırakmıştı. Bu da kabilelerin daha da büyümesine olanak sağladı. Kabilelerin genişlemesi, yenilik yapmak ve fikirler geliştirmek için daha fazla insan, daha fazla akıl ve daha fazla insan gücü anlamına geliyordu. Kısacası nüfus yeniliğe yol açtı.

Uzaydan Pekin. C: NASA

Bu, geri bildirim döngülerini tetikledi. Yeni teknolojiler ortaya çıktıkça ve yayıldıkça, insan sayısı daha da artarak kültürel evrimi tekrar tekrar hızlandırdı. 

Sayılar kültürü yönlendirdi, kültür sayıları artırdı, durmadan hızlanan kültürel evrim nihayetinde insan popülasyonlarını ekosistemlerini geride bırakmaya itip, megafaunayı mahvederek çiftçiliğin evrimini ortaya çıkardı. Son olarak, tarım patlayan bir nüfus artışına neden oldu ve milyonlarca insanın oluşturduğu medeniyetlerle doruğa ulaştı. Şimdi ise, kültürel evrim hipersürücülere ve uzay araçlarına odaklandı.

Eski eserler kültürü yansıtır ve ortaya komplike kültürler çıkar. Yani, kültürleri karmaşık hale getiren sadece bireysel zekâ değil, aynı zamanda gruplar içindeki birey-grup arasındaki etkileşimlerdir. Bir süper bilgisayar yapmak için milyonlarca işlemciyi ağa bağlamak gibi, insan sayısını ve aralarındaki bağlantıları artırarak gelişkin ve karmaşık bir kültür yarattık.

Böylece son 300.000 yılda toplumlarımız ve dünyamız hızla gelişirken, beyinlerimiz yavaş yavaş gelişti. Nüfusumuzu neredeyse 8 milyara çıkardık, dünyaya yayıldık, gezegeni yeniden şekillendirdik. Bunu beynimizi uyarlayarak değil kültürlerimizi değiştirerek yaptık. Ve eski, basit avcı-toplayıcı toplumumuz ile modern toplumumuz arasındaki en büyük fark, bizim aramızda çok daha fazla bağlantı olduğu gerçeğidir.


Gizmodo. The Conversation. Nick Longrich. 10 Eylül 2020.-www.arkeofili.com

Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >

Yazıya Yorum Ekleyin

* Takma ad kullanabilirsiniz

* Yorumunuzda görülmeyecektir

 Evet   Hayır* Her defasında yeniden girmemeniz için