Blog

Eki17

Kadın Vücudu 200 Milyon Yıllık İnsan Evrimini Nasıl Sürdürdü?

Kategori: Arkeoloji ve Sanat Haberleri  |  Yorum: 0 yorum

etiketler  EmzirmeHavvaHomo SapiensKadınMemeliPrimat



Kadın Vücudu 200 Milyon Yıllık İnsan Evrimini Nasıl Sürdürdü?

Kadınlar ayrıca koku alma yeteneklerinde erkeklerden biraz daha iyi performans gösteriyorlar ve kırmızı-yeşil renk körü olmaları pek olası değil.

 

www.arkeofili.com

 

Evrim anlatılarında kadın bakış açısı sıklıkla gözardı edilir, ama aslında bu bizi insan yapan şeyin merkezinde yer alıyor.

 

 

Ardipithecus ramidus, ilk iki ayaklı Havva. C: Julius T Csotonyi/SPL

Kadın nedir? Cat Bohannon, “Eve: How the Female Body Drove 200 Million Years of Human Evolution” adlı kitabında, kadın bedeninin gelişiminin 200 milyon yıl öncesine kadar izini sürüyor. Anlatı ve bilişin evrimi alanında doktora sahibi bir yazar olan Bohannon, esas olarak erkek evrimine odaklanan bir hikayeye canlandırıcı bir düzeltme sunuyor.

Bohannon, “Laboratuvarda fareden insanlara kadar erkek vücudu inceleniyor. Yumurtalıkları, rahimleri, östrojenleri veya göğüsleri özel olarak araştırmadığımız sürece kadınlar orada yok. Sadece 2016’dan bu yana herhangi bir ABD finansman kurumu, hibe alıcılarından deneysel çalışmalarda her iki cinsiyetten hayvanları kullanmalarını talep ediyor. Google’da “insan soyu resimleri” araması yapıldığında ise yalnızca ellerinde bir mızrak, sopa veya evrak çantası tutan erkek hominidler görülüyor.

Bohannon, “Dişi memeliler için bir tür kullanım kılavuzuna ihtiyacımız olduğunu fark ettim. Vücudumuzun nasıl evrimleştiği, nasıl çalıştığı, kadın olmanın gerçekte ne anlama geldiği gibi konular üzerine.” diyor. Bohannon, etkileyici bir yolculukta yedi ‘Havva’nın tarihinin izini sürüyor: ilk emziren ata, ilk canlı yavruyu doğuran, ilk alet kullanan vb. şeklinde ilerleyerek Homo sapiens’e kadar.

Evrimin Havvaları

Bohannon yolculuğuna, yavrularını sütle besleyen tüylü atalarımızdan ilki olan Morganucodon adlı fare büyüklüğünde, yumurtlayan ilk memeliyle başlıyor. Yaklaşık 205 milyon yıl önce dinozorların ayakları altında gezinen ve böcek yiyen ‘Morgie’ (yazarın ona verdiği isim), yavrularının höpürdetmesi için derisinden su, şeker ve lipitlerle dolu süt çıkarıyordu.

Anlatı, Morgie’den on milyonlarca yıl sonrasına, büyük olasılıkla koalalar ve kangurular gibi keseli hayvanların atası olan ‘meme uçlarının arifesi’ne atlıyor. Artık boşluğa süt dökmek yok: Artık bebeğin gözenekli, yumuşak bir memeyi emen ağzı, annenin beynindeki protein prolaktin ve peptid oksitosinin salınmasını tetikleyerek meme dokusunda süt üretimini ve ayrıca bebeğiyle sosyal bağı tetikliyordu.

Sahnede bir sonraki sırada “rahmimizin büyük büyük faresi”, sincap büyüklüğündeki “Donna” ve tüm plasentalı memelilerin olası atası var. Protungulatum donnae, 66 milyon yıl önce kuş olmayan dinozorların neslinin tükenmesinden 200.000 ila 400.000 yıl sonra ortaya çıktı. Canlı yavru doğurmak, bağışıklık sisteminin yanı sıra üreme sisteminde de büyük değişiklikler gerektiriyordu. Memeliler, gelişen embriyoları vücutlarında taşıyarak yavrularını sabit bir sıcaklıkta tutabiliyorlardı. Bakacak bir yuva olmadığı için dişinin yiyecek aramak için daha fazla zamanı vardı ve kendisini ve yavrularını yırtıcılara karşı daha iyi koruyabildi. Donna’nın ortaya çıkışından sonraki iki ila üç milyon yıl içinde plasentalı memelilerin çeşitliliğinde patlama yaşandı.

Algılayıcı bir primat

Buraya kadar çok basit. Ancak yazar algıya ve insan beynine odaklandığında işler biraz daha karanlıklaşıyor. Erkeklerin ve kadınların beyinleri arasında gerçek farklılıklar var mı? Cinsiyetler dünyayı farklı mı algılıyor? Cevaplar için Bohannon, Dünya’nın bilinen en eski primatı olan Purgatorius’a başvuruyor.

Fare büyüklüğünde ve gür kuyruklu bir “tuhaf maymun sincabı” olan ‘Purgi’, ağaca tırmanan ve meyve yiyen bir hayvandı. Olgunlaşan meyveleri görebilecek gözlere ve böcekler ve kuşlarla dolu gürültülü, yapraklı bir ağaç ortamında çocuklarını duyabilecek kulaklara ihtiyacı vardı. Purgatorius gibi primatlar, “ses karmaşasını ortadan kaldırmak için” hem duymak hem de daha düşük ses tonları üretmek üzere evrimleşti. Bugün erkeklerin kulakları ortalama olarak alçak seslere daha iyi uyarlanmışken, kadınların kulakları daha yüksek seslere, genellikle de bir bebeğin ağlamasının standart sesi olan iki kilohertzin üzerindeki seslere daha duyarlı olma eğiliminde.

Kadınlar ayrıca koku alma yeteneklerinde erkeklerden biraz daha iyi performans gösteriyorlar ve kırmızı-yeşil renk körü olmaları pek olası değil. (Retinalarımızdaki farklı dalga boylarındaki ışığa yanıt veren reseptörler olan opsinleri kodlayan genler, çoğu kadında iki tane bulunan X kromozomunda bulunur.) Ekstra tatlı, renkli meyveleri ve genç yeşil yaprakları tespit etme yeteneği, hamilelik ve emzirme sırasında dişi Purgatorius’a fayda sağlayabilirdi.

Purgi’den sonra 4,4 milyon yıl önce Doğu Afrika’da iki ayak üzerinde hareket eden en eski iki ayaklı Havva olan Ardipithecus ramidus ve ilk kez yaklaşık 2,4 milyon yıl önce ortaya çıkan aletlerin Havva’sı Homo habilis’ten yaklaşık 1,75 milyon yıl önce Afrika’yı terk eden ilk Havva olan Homo erectus’a kadar süreç devam etti. Evrimin her aşamasında atalarımızın beyin boyutları arttı ve düşüncelerimizi, eylemlerimizi ve duygularımızı akıllıca düzenleyen prefrontal korteksleri özellikle “büyüdü”.

Bohannon, erkek ve kadın insan beyinleri arasındaki varsayılan farklılıklara ilişkin kanıtları değerlendiriyor. “Türümüzle ilgili en tuhaf şey, kadın insan beyninin işlevsel olarak erkek beyninden çok da farklı görünmemesi olabilir.” Matematik, dil ve diğer insani becerilerde kadın ve erkeklerin önemli ölçüde farklı olduğuna dair hiçbir kanıt yok. Her ne kadar kadın beyninin genellikle kırılgan olduğu ve kadınların “depresif, huysuz, histerik” olduğu varsayılsa da, araştırmalar kadın ve erkeklerin psikopatoloji oranlarında genel bir farklılık göstermiyor. (Kadınların zihinsel bir hastalık için tedavi alma olasılığı erkeklere göre yaklaşık yüzde 12 daha fazla, ancak bazı durumlarda bu tanı yanlılığından kaynaklanıyor olabilir: belki kadınlar daha sık yardım arıyor olabilir.)

Bohannon, cinsiyet kimliğine ilişkin karmaşık sorudan kaçınmıyor. “Belirli bir cinsel organın varlığı ya da yokluğu değil, bir kadın olarak tanımlama deneyimini üreten, devasa, yumrulu, son derece zeki beynimiz. Tüm atipik cinsellikler ve toplumsal cinsiyet kimlikleri temelde ‘doğal’dır, çünkü bir bedenin yaptığı hiçbir şey (kendisi de bedenin bir ürünü olan onunla ilişkili zihin dahil) asla yapay olamaz.”

‘Doğal’ olanın doğası, Bohannon’un kitabının son bölümü olan ‘Aşk’ın konusu. Kendisinin belirttiği gibi, rastgele cinsel ilişki, erkek egemenliği ve cinsel baskının hepsinin şempanze ve ördeklerin dünyasında örnekleri var. Bohannon, insani ayırt edici bir özelliğin, birbirimizi alışılmadık şekilde sevmemiz olduğunu yazıyor: “ayırt edici, karmaşık, çoğu zaman tuhaf ve güçlü aşk bağlarımız ve bu sevgi dolu bağları akraba olmadığımız insanlara nasıl genişletebildiğimiz.”

“Diğer türler çiftleşse, aldatsa ya da yas tutsa da bizi en çok insan yapan şey sevgi. Ve her bir insan, sahip olduğumuz veya yetiştirilmesine ve korunmasına yardımcı olduğumuz çocuklarda, içinde yaşadığımız ve işbirliği yaptığımız toplumlarda insanlığın geleceğini yazan ‘Sevgi Havvası’ olabilir. Bu gerçekten güzel ve güçlü bir düşünce.”


Nature News. Josie Glausiusz. 3 Ekim 2023.

 

Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >

Yazıya Yorum Ekleyin

* Takma ad kullanabilirsiniz

* Yorumunuzda görülmeyecektir

 Evet   Hayır* Her defasında yeniden girmemeniz için