Blog
İnsanlar Şehirlere Göre Değil, Doğaya Göre Evrimleşti
Yüz binlerce yıl boyunca insanlar, yüksek hareketlilik, aralıklı stres ve doğal çevreyle yakın etkileşim gibi avcı-toplayıcı yaşamın gerekliliklerine uyum sağladı.
Begüm Bozoğlu - www.arkeofili.com
Günümüzün patronları, iş stresi, trafik gürültüsü veya sosyal medya, beynimiz için Afrika savanındaki bir aslandan farksız mı?

C: Timon Studler/Unsplash
Evrimsel antropologlar Colin Shaw (Zürih Üniversitesi) ve Daniel Longman (Loughborough Üniversitesi) tarafından hazırlanan yeni bir makale, modern yaşamın insan evrimini geride bıraktığını savunuyor. Biological Reviews dergisinde yayımlanan çalışma, kronik stres ve birçok modern sağlık sorununun, temelde doğaya uyarlanmış biyolojimiz ile günümüzde yaşadığımız sanayileşmiş ortamlar arasındaki evrimsel uyumsuzluğun sonucu olduğunu öne sürüyor.
Yüz binlerce yıl boyunca insanlar, yüksek hareketlilik, aralıklı stres ve doğal çevreyle yakın etkileşim gibi avcı-toplayıcı yaşamın gerekliliklerine uyum sağladı. Buna karşılık sanayileşme; gürültü, hava ve ışık kirliliği, mikroplastikler, böcek ilaçları, sürekli duyusal uyarım, yapay ışık, işlenmiş gıdalar ve hareketsiz yaşam tarzlarını beraberinde getirerek insan çevresini yalnızca birkaç yüzyıl içinde dönüştürdü.
İnsan Evrimsel EkoFizyoloji (HEEP) araştırma grubuna Daniel Longman ile birlikte liderlik eden Colin Shaw’a göre, “Atalarımızın yaşadığı ortamlarda, yırtıcılardan kaçınmak veya onlarla yüzleşmek için akut stresle başa çıkmaya çok iyi adapte olmuştuk. Aslan ara sıra ortaya çıktığında kendimizi savunmaya ya da kaçmaya hazır olmamız gerekiyordu. Ancak burada önemli olan şey aslanın tekrar uzaklaşmasıydı.”
Günümüzün trafik, iş yoğunluğu, sosyal medya ve gürültü gibi stres faktörleri, aynı biyolojik sistemleri tetikliyor, fakat çözüm veya iyileşme olmaksızın. Longman, “Vücudumuz, tüm bu stres faktörlerine aslanmış gibi tepki veriyor” diyor. “İster patronunuzla zorlu bir tartışma olsun, ister trafik gürültüsü, stres tepki sisteminiz sanki art arda aslanlarla karşılaşıyormuşsunuz gibi aynı. Sonuç olarak, sinir sisteminiz çok güçlü bir tepki veriyor, ancak toparlanamıyorsunuz.”
Baskı altında sağlık ve üreme
Shaw ve Longman, incelemelerinde sanayileşme ve kentleşmenin insanın evrimsel uyumunu zayıflattığını öne süren kanıtları sentezliyor. Evrimsel bir bakış açısıyla, bir türün başarısı hayatta kalmaya ve üremeye bağlıdır. Yazarlara göre, Sanayi Devrimi’nden bu yana her ikisi de olumsuz etkileniyor.
Küresel doğurganlık oranlarındaki düşüş ve otoimmün hastalıklar gibi kronik inflamatuar hastalıkların artan seviyeleri, endüstriyel ortamların biyolojik bir bedel ödettiğinin işaretleri olarak gösteriliyor.
Shaw, durumu bir paradoks olarak niteliyor: “Bir yanda gezegendeki pek çok insan için muazzam bir zenginlik, konfor ve sağlık hizmeti yaratırken, öte yanda bu endüstriyel başarıların bazıları bağışıklık, bilişsel, fiziksel ve üreme işlevlerimiz üzerinde olumsuz etkilere sahip.”
1950’lerden beri gözlemlenen ve Shaw’ın çevresel faktörlere bağladığı sperm sayısı ve hareketliliğindeki küresel düşüş, bu konuda iyi belgelenmiş bir örnek. “Bunun gıdalardaki pestisitler ve herbisitlerin yanı sıra mikroplastiklerle de bağlantılı olduğuna inanılıyor” diye belirtiyor.
Refah için çevre tasarımı
Teknolojik ve çevresel değişimin hızı göz önüne alındığında, biyolojik evrim buna ayak uyduramıyor. Shaw, “Biyolojik adaptasyon çok yavaştır. Uzun vadeli genetik adaptasyonlar nesiller arasıdır, on binlerce ila yüz binlerce yıl sürer” diyor.
Bu, evrimleşmiş fizyolojimiz ile modern koşullar arasındaki uyumsuzluğun kendiliğinden çözülmesinin pek mümkün olmadığı anlamına geliyor. Bunun yerine, araştırmacılar, toplumların doğayla olan ilişkilerini yeniden düşünerek ve daha sağlıklı, daha sürdürülebilir ortamlar tasarlayarak bu etkileri hafifletmesi gerektiğini savunuyor.
Shaw’a göre, bu uyumsuzluğu gidermek hem kültürel hem de çevresel çözümler gerektiriyor. “Yaklaşımlardan biri, doğayla olan ilişkimizi kökten yeniden düşünmek, onu temel bir sağlık faktörü olarak ele almak ve avcı-toplayıcı geçmişimizdeki mekanlara benzeyen alanları korumak veya yeniden canlandırmak” diyor. Bir diğeri ise insan fizyolojisini hesaba katan, daha sağlıklı, daha dirençli şehirler tasarlamak.
Shaw, “Araştırmamız, örneğin kan basıncını, kalp atış hızını veya bağışıklık fonksiyonunu en çok hangi uyaranların etkilediğini belirleyebilir ve bu bilgiyi karar vericilere aktarabilir” diye açıklıyor. “Şehirlerimizi doğru bir şekilde düzenlemeli, aynı zamanda doğal alanları yeniden canlandırmalı, değer vermeli ve bu alanlarda daha fazla zaman geçirmeliyiz.”
Zürich Üniversitesi. 18 Kasım 2025.
Makale: Daniel P. Longman, D. P., Shaw, C. N. (2025).


Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >