Blog
İpek Yolu Nasıl Oluştu?

Batı’nın Orta Asya’daki varlığı, Büyük İskender’in birliklerini Indus Nehri’ne kadar götürüp bölgede çeşitli şehirler kurduğu döneme kadar uzanıyor.
www.arkeofili.com
Roma İmparatorluğu’nda ipek kumaşların moda olmasıyla, kâşifler ve tüccarlar hem ticareti hem de bilgi ve inançların değişimini teşvik etti.
MS 2. yüzyıldan kalma bu Roma kabartmasında iki tüccar potansiyel alıcılara kumaş gösteriyor.
MS 166 yılında Çinli tarihçiler, Roma İmparatoru Marcus Aurelius’un elçileri olduklarını söyleyen kişilerin Çin’in doğu-orta kesimlerindeki Luoyang’daki imparatorluk sarayına geldiklerini kaydetti — ve bu kişilere alışılmadık bir karşılama yapıldı. Seyyahlar Malezya üzerinden gelmiş, Tayland ve Vietnam kıyılarını takip ederek Tonkin Körfezi’ndeki Kızıl Nehir’in ağzında bulunan bir Çin limanına demirlemişlerdi. Ardından Çinli askeri yetkililer tarafından yaklaşık 1.930 km kadar süren bir kara yolculuğuna çıkarıldılar; bu yol boyunca çok sayıda kale ve surlarla çevrili şehirden geçtiler. Seyyahlar yaklaştıkça Çin sarayında merak ve heyecan artıyordu. Çinliler, Roma İmparatorluğu’nun varlığını uzun zamandır biliyorlardı; bu imparatorluğu “Da Qin” yani “Büyük Çin” olarak adlandırıyor ve kendi imparatorluklarına denk güçte kabul ediyorlardı. Ancak ilk kez doğrudan temas kurulmuştu.
Ne var ki elçiler geldiklerinde, yanlarında sadece Güneydoğu Asya’dan topladıkları “önemsiz süs eşyaları” — fildişi, gergedan boynuzları ve kaplumbağa kabukları — getirmiş olmaları hoş karşılanmadı. Roma’nın görkemini yansıtan hiçbir şey getirmemişlerdi. Çin İmparatoru ve saraydakiler, bu kişilerin Roma İmparatoru’nun gerçek elçileri değil, Asya’da yaşayan Batılı tüccarlar olup olmadıklarını sorgulamaya başladılar. Ayrıca, bu Batılı seyyahların neden Vietnam üzerinden geldiklerini de anlamakta zorlandılar. Doğu ile Batı arasındaki normal yol, Sarı Nehir Havzası’nı Orta Asya’ya bağlayan Gansu Koridoru üzerinden geçiyordu. Çinli kâşif ve diplomat Zhang Qian, MÖ 2. yüzyılda Gansu Koridoru üzerinden Orta Asya’ya seyahat etmişti ve bu verimli toprak şeridi daha sonra İpek Yolları’nın önemli bir bölümünü oluşturacaktı.
Batı’da, Asya üzerinden geçen bu büyük rota yüzyıllar öncesinden ilgi görmeye başlamıştı. Batı’nın Orta Asya’daki varlığı, Büyük İskender’in birliklerini Indus Nehri’ne kadar götürüp bölgede çeşitli şehirler kurduğu döneme kadar uzanıyor. Ancak Uzak Doğu ile ilk ticari temaslar, Ptolemaios Hanedanı döneminde, Mısır’ın İskenderiye limanından yola çıkan deniz yolu aracılığıyla kurulmuştu. Elçilerin kullandığı güzergâh, İpek Yolları boyunca artan rota çeşitliliğinin bir başka kanıtıydı.
Bir kazazede güzergâhı ortaya çıkarıyor
Uzak Doğu’ya uzanan deniz yolunun keşfi ise tesadüfi bir karşılaşmanın sonucuydu. Kızıldeniz’de devriye gezen bir gemi, yarı ölü haldeki bir adamın bulunduğu sürüklenen bir gemiyi buldu. Hiç kimse onun dilini konuşmadığı için nereli olduğunu anlayamadılar ve adamı yanlarına alıp İskenderiye’ye geri götürmeye karar verdiler. Adam yeterince Yunanca öğrendikten sonra, Hintli bir denizci olduğunu ve gemisinin rotasından saptığını anlattı. İskenderiye’de gördüğü iyi muameleye minnet duyan denizci, kendisini memleketine götürecek herhangi bir Yunan gemisine kılavuzluk etmeyi teklif etti.
Mısır kralı (Ptolemaios VIII Euergetes II), Hint seferinin komutasını Kyzikoslu (Balıkesir) kâşif Eudoxus’a verdi. Marmara Denizi kıyısındaki Kyzikos kentinin elçisi olarak İskenderiye sarayına girmiş olan Eudoxus, burada Nil boyunca yapılan seferler ve Kızıldeniz kıyısında bulunan egzotik hazineler hakkında bilgiler duymuştu. Zeki ve dünyayı tanıyan bir adam olan Eudoxus, Hintli denizciden Hint Okyanusu’nu nasıl geçeceğini öğrenmeye başladı. Bu yolculukta en önemli bilgi mevsimsel rüzgârları kullanmaktı: Muson rüzgârları Mart-Eylül ayları arasında güneybatıdan Hindistan’a, Ekim-Şubat ayları arasında ise kuzeydoğudan Mısır’a doğru eser.
Roma İmparatoru Marcus Aurelius’un mermer büstü. C: Wikimedia Commons
Denizcinin tavsiyelerini uygulayan Eudoxus, muson rüzgârlarını kullanarak Mısır’dan Hindistan’a sadece birkaç hafta içinde ulaştı. Orada yerel rajalarla (şefler veya krallar) hediye alışverişinde bulunduktan sonra, yanında baharatlar ve değerli taşlarla yüklü şekilde İskenderiye’ye döndü. Eudoxus’un öncü seferi, çağdaşlarına büyüleyici yeni bir dünyanın kapılarını araladı. Hem Doğulu hem Batılı tüccarlar, Hint Okyanusu üzerinden ticaret yapma fırsatlarını hızla değerlendirmeye başladılar.
Kozmopolit İskenderiye
MÖ 30’da Roma’nın Mısır’ı fethetmesinin ardından, İskenderiye Doğu’dan gelen mallar için ana giriş limanı haline geldi. Bu mallar Kızıldeniz kıyısına ulaştıktan sonra develerle Nil Nehri’ne taşınıyor, ardından teknelerle İskenderiye’ye gönderiliyor ve oradan Akdeniz boyunca dağıtılıyordu. Orta Doğu ve Hindistan’dan gelen insanlar artık İskenderiye sokaklarında sıkça görülüyordu. Suriyeliler, Araplar, Persler ve Hindistanlılar, Yunanlar ve Romalılarla birlikte aynı derslerde ve edebi etkinliklerde yer alıyordu.
Kahire’nin güneyindeki Oxyrhynchus şehrinde keşfedilen yıpranmış bir papirüs, Hindistan’da geçen bir komedi oyununun metnini içeriyor. “Charition” adlı bu oyunda, sarhoş ve şehvet düşkünü bir raja’nın yanı sıra muson rüzgârını bekleyen endişeli bir kaptan, osuran bir soytarı ve sahte bir “barbar dili” konuşan Hindistanlı karakterler yer alıyor. Anlaşılan o ki, Greko-Roma Mısır’ında Doğu’ya dair klişeler epey yaygındı.
Tüm mallar ve insanlar, Nil Nehri kıyısında bir ticaret merkezi olan Koptos (bugünkü adıyla Qift) şehrinden geçmek zorundaydı. Buradan, Mısır’ın Doğu Çölü üzerinden Kızıldeniz’e doğru uzanan birkaç kervan yolu başlıyordu. Koptos’ta keşfedilen bir yazıt, bu yollardan geçen kervanların yol üzerinde mesleklerine göre değişen oranlarda geçiş ücreti ödemeleri gerektiğini kaydeder. Örneğin, usta zanaatkârlar sekiz drahmi, denizciler beş drahmi, askerlerin eşleri 20 drahmi, fahişeler ise oldukça yüksek bir ücret olan 108 drahmi ödemek zorundaydı. Çölde yapılan yolculuk, yoğun sıcaktan kaçınmak amacıyla gece gerçekleştirilirdi. Rota boyunca yer alan askeri garnizonlarda, kervanlar su ve yiyecek stoklayarak yollarına devam edebiliyordu.
Kızıldeniz’in en işlek limanları, Koptos’un yaklaşık 160 km (beş-altı günlük yol) doğusundaki Myos Hormos (bugünkü Quseir al-Qadim) ve yaklaşık 400 km (12 günlük yol) güneyindeki Berenice limanlarıydı. Yunanistan, Mısır ve Arabistan’dan gelen tüccar kervanları, Hindistan’dan gelen fildişi, inciler, abanoz, sandal ağacı, Çin ipeği ve baharat sevkiyatlarını almak için bu limanlarda toplanıyordu. Bu tüccarlar, Hindistan’a geri dönen gemilere şarap ve diğer Batı malları yüklüyordu. Roma yönetimi altında bu trafik son derece yoğundu: Sadece Myos Hormos’tan her yıl Hindistan’a 120 kadar gemi yelken açıyordu. Bu sayı, Ptolemaioslar döneminde, sadece birkaç cesur kâşifin — örneğin Kyzikoslu Eudoxus’un — geçiş yapabildiği döneme kıyasla büyük bir artıştı.
Kızıldeniz’den Hint Okyanusu’na
MS 1. yüzyılın ortalarına tarihlenen ve Hint Okyanusu’na dair bir tüccar rehberi olan Periplus Maris Erythraei (Kızıldeniz’in Çevresi), bu gemilerin ulaştığı başlıca Hint limanlarını listeler: Barygaza (bugünkü Bharuch, Gujarat), Muziris (birçok uzmana göre Kerala’daki Pattanam), ve Poduke (bugünkü Arikamedu, Puducherry). Bu limanlar, rajaların (yerel kralların) cazibesiyle yalnızca tüccarları değil, aynı zamanda müzisyenleri, cariyeleri, entelektüelleri ve rahipleri de kendilerine çekmişti. Örneğin Muziris’te o kadar çok yabancı vardı ki, Roma’nın ilk imparatoru Augustus’a adanmış bir tapınak bile inşa etmişlerdi. Artık İskenderiyeli genç bir öğrenci, Nil Nehri boyunca yapılan tipik bir gezinin yerine, maceralı bir Hint Okyanusu seyahatine çıkmayı tercih edebilirdi.
Pompei’de MS 1. yüzyıla ait, Hint tanrıçası veya prensesini tasvir eden fildişi bir heykelcik keşfedildi. C: Wikimedia Commons
İpek Yolları Üzerinde Bulunan Eserler
Ancak bu tüccarların çok azı Hindistan’ın ötesine gitmeye cesaret etti. Periplus Maris Erythraei, Çin ipeğinin Himalayalar üzerinden kara yoluyla Hint limanı Barygaza’ya getirildiğini doğrular. Çinliler “Seres” (ipek adamlar) olarak biliniyordu, fakat onları bizzat gören çok az kişi vardı. Hatta bazıları Çinlilerin mavi gözlü ve sarı saçlı olduğunu sanıyordu. Muhtemelen, Çinlilerle Afganistan’da ticaret yapan Kafkas görünümlü aracılar karıştırılmıştı. Birçok Romalı, ipekböceğinden habersizdi ve Çin ipeğinin bir tür bitki lifi olduğunu düşünüyordu. Şair Vergilius, Georgica adlı eserinde ipeğin ağaçlardan toplanan bir tüy gibi olduğunu yazar: “Seres, yaprakların üzerinden / ipek yününü tarar.”
Batı’da birçok insan, uzak bir ülkede üretilen bu ince kumaşın İskenderiye’de altın iplikle dokunduğunu ya da Sur kentinin imparatorluk moruna boyandığını biliyordu. Ancak bu harika ülkenin tam yeri, çoğu kişi için gizemini koruyordu.
Tüccarlar Hindistan’a ulaştıktan sonra genellikle doğrudan Çin’e gitmiyordu. İlk durakları Taprobane (bugünkü Sri Lanka) adası oluyordu. Oradan da Malakka Boğazı’nı geçerek, Vietnam’daki Mekong Nehri deltasında bulunan Cattigara’ya (Óc-Eo) giderlerdi. Bu bölgede, üzerinde Roma imparatorları Antoninus Pius ve Marcus Aurelius’un portreleri bulunan madalyalar ve Roma tarzında motiflerle oyulmuş değerli taşlar, ayrıca Çinli ve Hintli nesneler bulundu. Bu buluntular, Cattigara’nın canlı bir ticaret merkezi olduğunu ve Luoyang’daki Çin sarayına Marcus Aurelius adına sunum yapan sözde Roma elçilerinin, aslında bu şehirden gelen tüccarlar olabileceğini düşündürüyor.
İpek Yolları’nın batı ucundaki Palmira’da develer dinleniyor. Bugün Suriye’de bulunan alanın büyük bir kısmı, 2015 ile 2017 yılları arasında IŞİD tarafından kasıtlı olarak yok edildi. C: Wikimedia Commons
Tehlikeli Kara Rotası
Tüccarların Doğu’ya doğru gitmek için bir diğer seçeneği, Orta Asya’nın bozkırları ve çölleri boyunca develerle karadan seyahat etmekti. Bu kara rotaları yüzyıllardır kullanılıyordu; Arabistanlı Nebatiler, Yemen’den Petra’ya (bugünkü Ürdün) kervanlarla tütsü taşır, oradan da Mısır’daki Al-’Arish ve Gazze limanları üzerinden Akdeniz’e ulaştırırlardı. Efsanevi “Kumların Venedik’i” olarak anılan Palmira’nın tüccarları, Mezopotamya ve Basra Körfezi’nden ipek, inci ve çeşitli baharatlar ithal ederdi. Ancak Roma imparatorları, aracıları devre dışı bırakarak Çin ile doğrudan ticaret yapmak istiyorlardı. Fakat kara yolları üzerinden bunu başarmak son derece zor ve tehlikeliydi. Roma’nın düşmanı olan Partlar, yani bugünkü İran, Afganistan ve Pakistan’da güçlü bir imparatorluk kurmuş olan halk, Roma kervanlarını kendi kontrol ettikleri limanlara ve pazarlara yönlendiriyordu.
Romalılar Doğu’ya ulaşmak için birçok kez yeni kara yolları açma girişiminde bulundu. İmparator Augustus’un hizmetinde olduğu düşünülen bir yazar olan coğrafyacı Charaxlı Isidore, MÖ 1. yüzyıla ait “Part İstasyonları” adlı risalesinde, Roma Suriye’sinden Afganistan’daki Arachosia bölgesine uzanan güzergâhları tarif etti. Bu metin, şehirler arası mesafeleri, kale ve kraliyet hazinelerinin bulunduğu yerleri, hatta Roma birliklerinin erzak tedarik edebileceği ya da nehir geçişi yapabileceği noktaları ayrıntılı olarak belirtir.
MS 2. yüzyılda yazan coğrafyacılar Ptolemy ve Tireli Marinus, Maes Titianus adında, Makedon kökenli bir gezginden söz eder. Maes Titianus, Çin’e yönelik ticari bir keşif seferi için ödeme yapmış ve seferi yönetecek tüccarlar tutmuştu. Yolculuk, bugünkü Suriye’de bulunan Hierapolis’ten (Manbij) başlamış; tüccarlar buradan Mezopotamya’ya inmiş, Dicle Nehri’ni geçmiş ve Afganistan’daki Baktriya (bugünkü Belh) bölgesine doğru ilerlemişti. Ancak bu noktada hâlâ Çin’e giden yolun yarısındaydılar. Önlerinde Tashkurgan ve Yarkand Nehri’nin yukarı kollarına ulaşmak için birkaç haftalık bir yolculuk daha vardı. Ardından Kaşgar’a (Tarim Havzası’nın batısında) ulaşmaları ve Pamir Dağları’nı aşarak Çin topraklarına girmeleri gerekiyordu.
Batı Çin’deki Taşkurgan yakınlarındaki 14. yüzyıldan kalma bir kalenin kalıntıları, önemli İpek Yollarından birinin yakınında yer alıyor. C: Wikimedia Commons
Maes Titianus’un görevlendirdiği tüccarların Han İmparatorluğu’nun başkentine ulaşıp ulaşmadığı bilinmiyor. Çin kaynakları, Batı ile ilk doğrudan temasın MS 166 yılında Malezya’dan gelen tüccarlar aracılığıyla kurulduğunu belirtiyor. Ancak Maes’in heyeti, Avrasya’yı neredeyse iki yılda aşmış olmalıydı. Oysa Kızıldeniz limanlarından Hint Okyanusu’nu geçmek sadece birkaç hafta sürüyordu. Bu nedenle Maes Titianus’un görevi gibi seferlerin nadir ve istisnai olması anlaşılabilir. Batılıların doğuya en fazla yaklaştığı nokta, Yunan ve Roma pazarlarında ipek kumaş satın almak oluyordu. Orada, kurnaz tüccarlar, mallarına en yüksek fiyatı alabilmek için, muhtemelen Doğu’ya dair olağanüstü hikâyeler anlatıyorlardı.
Zamanla bu rotalar üzerinden matematik, diller, köleleştirilmiş insanlar, icatlar ve Kara Veba da taşındı. İpek Yolları’nın kullanımı zamanla azalıp artsa da, Roma ve Han Çin’i iki büyük yoğun ticaret dönemi daha yaşadı: MS 618–907 yılları arasında Çin’in Tang Hanedanı döneminde, çok yönlü ticaret zirveye ulaştı. Son büyük canlanma ise 13. ve 14. yüzyıllarda Moğol hâkimiyeti altında yaşandı. Ancak Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa’nın Doğu ile kara yoluyla doğrudan ticaretini engelleyip yüksek vergiler koyduğunda, İpek Yolları giderek kullanımdan düştü ve deniz yolları öne çıkmaya başladı. Tüccarlar Asya’ya ulaşmak için yeni rotalar ararken, bir İtalyan kâşif olan Christopher Columbus, bu arayış sırasında Amerika kıtasına yelken açacaktı.
National Geographic. 2 Mayıs 2025.
Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >