Blog
Thames Kıyısında Orta Çağ Kadını Acımasızca Cezalandırılmış

Kadının iskelet kalıntıları, iki ağaç kabuğu arasına yerleştirilmiş, sazdan bir hasırın üzerinde yatarken, yüzüne, pelvisine ve dizlerine yosun pedleri konulmuş halde bulundu.
Zeynep Şoray - www.arkeofili.com
Thames Nehri kıyısında bulunan bir Orta Çağ kadını, ölümünden önce çok ağır darbelere maruz kalmış ve en sonunda idam edilmiş.
UPT90 sk 1278 numaralı kadının kalıntıları. (0,10 m ölçek). C: Mant vd., Londra Arkeoloji Müzesi 2025.
1991 yılında, Thames Nehri’nin erken Orta Çağ’a ait kıyı şeridinde bir kadının kalıntıları bulundu. İskelet kalıntıları Londra Müzesi’ne taşınarak burada muhafaza altına alındı. Ancak bu kalıntıların analizi ve sonuçların yayımlanması, yirmi yıldan fazla bir süre sonra gerçekleşti.
Dr. Madeline Mant ve ekibi tarafından yürütülen araştırma, World Archaeology dergisinde yayımlandı.
Kadının iskelet kalıntıları, iki ağaç kabuğu arasına yerleştirilmiş, sazdan bir hasırın üzerinde yatarken, yüzüne, pelvisine ve dizlerine yosun pedleri konulmuş halde bulundu.
Kazı sırasında, kadının bir mezara gömülmediği, bunun yerine cesedinin çevredeki topluluklar tarafından yüksek gelgit zamanlarında görülebilecek şekilde kıyıya yerleştirildiği dikkat çekti.
Kabuk tabakalarından alınan radyokarbon tarihlerine göre, kadının 680–810 yılları arasında, erken Orta Çağ’da yaşadığı tespit edildi.
Öldüğünde 28 ile 40 yaşları arasındaydı. Kararlı izotop analizleri, kadının büyük ihtimalle Londra’da ya da yakınlarında büyümüş, yerli biri olduğunu gösterdi.
Beslenme şekli karasal kaynaklı gıdalara dayanıyordu; ancak beş yaşından sonra, vücudunda artan nitrojen izotopları bir değişim yaşandığını gösteriyor.
Bu değişim, diyete daha fazla etin eklenmesi gibi bir beslenme değişikliği ya da alternatif olarak, vücudun yağ ve protein depolarını kullanmak zorunda kaldığı bir açlık dönemiyle açıklanabilir.
Ölümünden önce, kadının çok ağır darbelere maruz kaldığı ve en sonunda idam edildiği anlaşılıyor.
Ölümünden iki hafta önce, iki travmatik olay geçirdiği ve vücudunda 50’den fazla darbe izi bulunduğu tespit edildi. İlk travma olayında her iki kürek kemiğinde de saç çatlakları oluşmuştu; bu tür yaralanmalar, günümüzde trafik kazalarında sıkça görülüyor. 9. yüzyılda yaşayan bir kadın için bu tür yaralanmaların dövülme veya kırbaçlanma sonucu oluşmuş olması muhtemel.
İkinci travma dizisi, gövdesi ve kafatasında meydana gelmişti ve büyük ihtimalle sert cisimlerle yapılan darbeler veya tekme ve yumruklarla verilen işkence benzeri dayaklarla oluşmuştu.
Kafasının sol tarafına aldığı son ve isabetli darbe onun ölümüne yol açmıştı.
Dr. Mant’a göre, bu tür bir bedensel ceza, dönemin değişen hukuk kurallarının bir sonucu olabilir. “Erken Orta Çağ İngiltere’si, hukuk kurallarında değişimin yaşandığı bir dönemdi—Æthelberht’in (yaklaşık 589–616) hukuk kuralları bedensel cezayı içermiyordu; ancak Kentli Wihtred’in (690–725) hukuk kuralları, örneğin para cezası ödeyemeyenler için dayak gibi, belirli cezaları tanımlıyordu.
“Eğer kral isterse, ölüm cezası da uygulanabiliyordu. Zamanla, Kral Alfred (871–899) döneminde ölüm cezası ile ilişkilendirilen suçların sayısı arttı. Hırsızlık, ihanet, cadılık ve büyücülük gibi suçlar taşlanma ya da boğulma ile cezalandırılabiliyordu.”
“UPT90 sk 1278’in gömülme şekli, cesedinin çevredeki halk tarafından görülebilecek şekilde manzaraya yerleştirildiğini gösteriyor; bu da bir uyarı mesajı olarak yorumlanabilir. Bu kişinin yaşam öyküsü ve gömülme biçiminden idam edildiğini anlıyoruz; ancak işlediği suçu kesin olarak bilmemiz mümkün değil. Sadece dönemin hukuk kurallarından çıkarım yapabiliriz.”
İdamdan sonra, cesetlerin genellikle infaz mezarlıkları gibi geçiş bölgelerine veya ayrılmış alanlara yerleştirilmesi adettendi. Ancak UPT90 sk 1278’in kalıntıları Thames’in kıyısına yerleştirildi ve cesedi gelgit sırasında halk tarafından görülebilir hâlde kaldı.
Dr. Mant, “Pek çok araştırmacı, mezarların/geçiş alanlarına yerleştirilmesinin, olağan dışı ya da toplum dışı bireyleri simgelediğini ileri sürer. Suçlu davranışlar toplum dışı olarak algılanır; bu yüzden norm dışı bir gömü alanı, bireyin toplumdaki algısı hakkında ipuçları verebilir. Thames kıyısı böyle bir geçiş alanı olarak kabul edilebilir ve literatürde sembolik bir sınır olarak tartışılıyor” diyor.
Hukuk kurallarındaki değişimlere rağmen, infazlar hâlâ nispeten nadirdi. Arkeolojik veriler, infaz mezarlıklarında yaklaşık on yılda bir infaz gerçekleştiğini gösteriyor. Ayrıca bu infazlar çoğunlukla erkeklerle ilişkiliydi—infaz mezarlıklarında erkek-kadın oranı yaklaşık 4,5:1’dir.
Bu da UPT90 sk 1278’in kalıntılarını, erken Orta Çağ hukukunun kadın bedeninde nasıl uygulandığını anlamak açısından özellikle benzersiz kılıyor ve izole gömülerdeki adli bağlamlara dair önemli içgörüler sağlıyor.
Makale: Madeleine Mant et al. (2025). World Archaeology.
Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >