Blog
2024 Kasım Ayında Öne Çıkan 10 Arkeoloji Haberi
Kaçırmış olanlar için Kasım ayında Türkiye’de ve dünyada dikkat çeken arkeolojik keşifleri bu listede derledik.
www.arkeofili.com
10- Büyük İskender’in Efsanevi Mor Tuniği Nihayet Bulunmuş Olabilir
Arkeologlar, Vergina’daki Kraliyet Mezarlarından birinde bulunan bir tuniğin Büyük İskender’e ait olduğuna dair kanıtlar ortaya çıkardı.
Büyük İskender neredeyse her gün mor giyiyordu.
Efsanevi hükümdarın, her fırsatta bu koyu mor giysisini, özellikle de “kiton (chiton)” ya da “sarapis” adı verilen tunik benzeri elbisesini giydiğine inanılıyor. Yeni bir araştırma, bu ünlü mor giysilerden birinin nihayet bulunmuş olabileceğini öne sürüyor. Yunanistan’ın kuzeyindeki Vergina’da bulunan Büyük Tümülüs, Büyük İskender’in bazı akrabalarının kalıntılarını barındırıyor. Özellikle ilgi çeken bir mezar, Kraliyet Mezarı II olarak bilinen ve altın bir sandık (larnaks) içinde Büyük İskender’in üvey kardeşi Philip III Arrhidaeus’un kemiklerini, zırhını ve İskender’e ait diğer eşyaları içeriyor. Bu eşyalar arasında, bir zamanlar Arrhidaeus’un kemiklerini sarmak için kullanıldığı düşünülen mor ve beyaz bir kumaş parçası da var. Yeni inceleme, bu antik kumaşın farklı bir amaçla kullanıldığını ortaya çıkardı.
9- Viking Kıyameti Ragnarok’a Dair 1.500 Yıllık Kanıtlar Bulundu
Ragnarök’ün habercisi olan efsanevi Fimbulwinter, MS 536’dan sonra yaşanan bir dizi zorlu yıldan esinlenmiş olabilir.
Fimbulwinter’ın Ragnarök’ün habercisi olan, yaz mevsiminin hiç yaşanmadığı üç yıllık sert bir kış olduğu söylenir. Sembolik bir anlatı aracı olmasına rağmen, bu korkunç kış gerçek dünyadaki bir olaydan mı ilham aldı? C: Pixabay
İskandinav mitolojisinin kalbindeki kıyamet anlatısı olan Ragnarök’ün hikayesine göre, Ragnarök’ten önce, dünya “Fimbulwinter” (Büyük Kış) olarak bilinen üç yıl süren ve hiç Yaz olmadığı felaket dolu bir kışla kuşatılacaktı. MS 536 yılı, insanlık tarihinin en kötü yılı olarak kabul edilir, çünkü Kuzey Yarımküre’de bir veya birden fazla volkan patlamıştı. Bu olay, Güneş’i örten kül ve kükürt gazlarıyla dolu on yıllık bir “volkanik kış” başlattı. Araştırmacılar, “Birçok kişi Fimbulwinter’ın altıncı yüzyıldaki iklim felaketine atıfta bulunup bulunmadığını merak etti ve şimdi bilimsel olarak gösterdiğimiz şeyle büyük bir uyum olduğunu söyleyebiliriz” diyor.
8- Atalarımız En Az Üç Farklı Denisovalı Popülasyonla Seks Yapmış
Atalarımız, kiminle üreyeceği konusunda pek seçici değildi ve bu eski ilişkilerin izleri bugün hâlâ genomlarımızda görülebiliyor.
Elimizde Denisovalılara ait çok az fosil var. C: Wikimedia Commons
Bu eski ilişkilere dahil olanlardan biri Denisovalılar ve şimdi araştırmacılar, insan atalarının bu soyu tükenmiş insan türünün en az üç farklı popülasyonuyla çiftleştiğine inanıyor. Denisovalılar ilk kez 2010 yılında Sibirya’daki Denisova Mağarası’nda bulunan bir parmak kemiğinden elde edilen DNA sayesinde bilime literatürüne girdi. Başlangıçta, yalnızca Papualıların genomlarının yüzde 5’ine kadar Denisovalı DNA’sı taşıdığı düşünülüyordu. Fakat sonraki araştırmalar, Doğu Asya, Güney Asya ve Amerika yerlisi popülasyonlarında da Denisovalı genetik materyali bulunduğunu ortaya çıkardı. Uzun süre, bu Denisovalı genlerinin modern insan genomuna tek bir etkileşim sonucunda geçtiği düşünülüyordu. Ancak şimdi araştırmacılar, mevcut tüm kanıtları incelediklerinde birden fazla ilişki yaşanmış olabileceğini buldular.
7- Polonya’daki 400 Yıllık ‘Vampirin’ Yüzü Yeniden Canlandırıldı
Ayaklarında asma kilit ve boynunda demir orakla gömülen Zosia’nın asla ölümden geri dönemeyeceği düşünülüyordu.
Uzmanlar Polonya’da vampir olarak gömülmüş bir kadının yüzünü yeniden yarattılar. C: Nicolaus Copernicus Üniversitesi/Oscar Nilsson – Project Pien
Ayağına bir asma kilit takılmış ve boynunun üzerinde bir demir orakla gömülen “Zosia”, ölüler diyarından geri dönmemesi için önlemler alınmış biriydi. Kuzey Polonya’nın Pien bölgesinde, işaretsiz bir mezarlıkta defnedilen bu genç kadın, komşuları tarafından “vampir” olduğuna inanılan onlarca kişiden biriydi. Zosia öldüğünde 18-20 yaşlarındaydı ve kafatasının analizi, bayılmalara ve şiddetli baş ağrılarına neden olacak bir sağlık sorunu ile olası zihinsel sağlık sorunları yaşadığını gösteriyor. Mezar yerinde bulunan orak, asma kilit ve belirli ağaç türleri o dönemde vampirlere karşı koruma sağladığına inanılan büyülü özelliklere sahipti.
6- En Eski Alfabetik Yazı, Suriye’de Ortaya Çıkarıldı
İnsanlık tarihindeki bilinen en eski alfabetik yazıya dair kanıtlar, Suriye’deki bir mezardan çıkarılan kil silindirler üzerinde bulundu.
Umm el-Marra şehrinde yapılan bir kazıda parmak büyüklüğünde kil nesneler keşfedildi. Kazınmış semboller bilinen en eski alfabenin bir parçası olabilir. C: Glenn Schwartz, Johns Hopkins Üniversitesi
Yaklaşık MÖ 2.400 yılına tarihlenen bu yazı, bilinen diğer alfabetik yazılardan yaklaşık 500 yıl daha eski ve alfabelerin kökenine, farklı toplumlar arasında nasıl paylaşıldığına ve erken şehirleşmiş medeniyetlere dair bilinenleri değiştirecek nitelikte. Kil silindirleri keşfeden Glenn Schwartz, “Alfabeler sayesinde yazı, kraliyet ve sosyal elitlerin ötesine erişilebilir hale geldi. Bu durum, insanların yaşam biçimini, düşünce yapısını ve iletişim yollarını değiştirdi” diyor. “Bu yeni keşif, insanların çok daha önce ve beklenenden farklı bir bölgede yeni iletişim teknolojileriyle denemeler yaptığını gösteriyor.”
5- 30.000 Yıl Önce Çocuklar Kilden Kendi Oyuncaklarını Yapıyordu
Yaklaşık 30.000 yıl öncesine tarihlenen ve hem insan hem de hayvan figürleri içeren seramikler, çocuklar tarafından yapılmış gibi görünüyor.
Pavlov arkeolojik alanından dört kil figür: iki mamut, bir insan ve bir baykuş, muhtemelen çocuklar tarafından yaratılmış. C: Üstteki mamut: Rebecca Farbstein, J. Svoboda aracılığıyla Arkeoloji Enstitüsü, Dolní Vestonice; Alttaki mamut: Rebecca Farbstein, M. Oliva aracılığıyla Moravya Müzesi, Anthropos Enstitüsü; Kadın figürin: Rebecca Farbstein, M. Oliva aracılığıyla Moravya Müzesi, Anthropos Enstitüsü; Baykuş: Rebecca Farbstein, M. Oliva aracılığıyla Moravya Müzesi, Brno; Farbstein ve Nowell, PLoS ONE 2024
Tarihöncesi yaşamı genellikle zor ve acımasız olarak düşünürüz. Keyif anları ise, arada sırada yenilen mamut biftekleri dışında pek yok gibi görünür. Ancak bu kasvetli tablo, önemli bir şeyi – daha doğrusu küçük bir şeyi – gözden kaçırıyor: çocukları. Yeni bir yapılan bir çalışma, onların da oldukça eğlendiğini öne sürüyor. Kanıtlar: Çekya’daki beş arkeolojik alanda bulunan yaklaşık 500 seramik eser. Bu eserler, yaklaşık 30.000 yıl öncesine tarihleniyor ve çoğu durumda çocuklar tarafından yapılmış gibi görünüyor.
4- Pompeii Kurbanlarından Bazıları Düşündüğümüz Kişiler Değilmiş
Pompeii’deki kurbanların DNA’sını inceleyen bilim insanları, korkudan sinmiş bir ailedeki kişinin anne değil, bir erkek olduğunu keşfetti.
Antik DNA, Altın Bilezik Evi’ndeki dört figürün alçı kalıplarına dair yapılan yaygın yorumlara meydan okuyor. C: Pompeii Arkeoloji Parkı
Zengin süslemelere sahip olan “Altın Bilezikli Ev” adı verilen yapının merdiveninin dibinde bulunan dört birey incelendi. Bu ad, gruptaki iki çocuktan birini kalçasında taşıyan iki yetişkinden birinin kolunda takılı olan mücevhere dayanıyordu. Bu durum, bu kurbanın iki çocuğun annesi olduğu ve diğer yetişkinin baba olduğu fikrini doğurmuştu. Ancak, yeni analizler bilezik takan bireyin erkek olduğunu ve siyah saçlı, koyu tenli olduğunu ortaya koydu. Hatta, veriler bu kurbanların atalarının Doğu Akdeniz veya Kuzey Afrika popülasyonlarına dayandığını öne sürdü.
3- 12.000 Yıllık Delikli Taşlar, Tekerlek Teknolojisinin İlk İzleri Olabilir
Tekerlek yaklaşık 6.000 yıl önce icat edilse de, Levant’taki yeni bulgular, tekerlek benzeri teknolojilerin çok daha eskiye dayandığını gösteriyor.
Araştırmacılar, çakıl taşlarının üç boyutlu taramalarına dayanarak deneysel ağırşaklar yaptılar. C: Yashuv, Grosman, 2024.
Arkeologlar, 12.000 yıllık birkaç düzine halka şeklindeki çakıl taşını inceledi ve bu taşların ağırşak (ip eğirme ağırlığ) olabileceğini öne sürdü. Yaklaşık 100 adet ağırşak olduğu düşünülen bu çakıl taşları, ortalarındaki delik sayesinde bir çubuğa takılarak keten ya da yün ipliği eğirmek için kullanılmış olabilir. Arkeologlar, “Bu ağırşak koleksiyonu, tekerlek şeklindeki bir aletle dönüş hareketi kullanımının en eski örneklerinden biri olabilir” diyor. Bu aletler, çömlekçi çarkı veya araba tekerleği gibi daha gelişmiş döner teknolojilerin gelişiminde ilk adım olabilir.
2- Cebelitarık’ta 65.000 Yıllık Yapıştırıcı Üretim Ocağı Bulundu
Arkeologlar, Neandertallerin uğrak noktasında, tarihöncesi bir yapıştırıcı türü üretmek için kullanıldığı düşünülen bir yapı keşfettiler.
Gorham Mağara Kompleksi’nin bir parçası olan Vanguard Mağarası’nın girişi. C: Visit Gibraltar via Flickr
Cebelitarık’taki Gorham Mağarası kompleksi içinde yer alan Vanguard Mağarası’nda, yaklaşık 67.000 ila 60.000 yıl öncesine tarihlenen bir tortu tabakasında, insan eliyle açıkça inşa edilmiş bir ocak yapısı ortaya çıkarıldı. Daha fazla inceleme sonucunda ocağın, tarihöncesi insanların bir alete veya silaha sap takmak için kullandığı yapışkan bir madde olan huş katranı üretiminde kullanıldığına dair kanıtlar bulundu. Hammaddelerden yapışkan bir madde üretmek ve bunu karmaşık aletleri geliştirmek için kullanmak, Neandertallerin yüksek bir zekaya sahip olduğuna dair kanıt olarak görülebilir. Bazı antropologlar, bu becerinin Neandertallerin yanma ve temel kimya hakkında bir anlayışa sahip olduğunu, ayrıca güçlü bir iş birliği ve iletişim becerisine sahip olduklarını gösterdiğini öne sürüyor.
1- Homo erectus’un Yanında Başka Bir Türün Ayak İzleri Bulundu!
Kenya’nın Koobi Fora bölgesinde bulunan 1,5 milyon yıllık ayak izleri, iki farklı insan akrabasının birlikte yürüdüğünü gösteriyor.
Paranthropus boisei tarafından oluşturulan bir fosil ayak izinin yukarıdan görünümü. C: Kevin G. Hatala, Chatham Üniversitesi
Fosil tarihinde bir ilk olarak, araştırmacılar Kenya’da bulunan bu 1,5 milyon yıllık ayak izlerini duyurdu. Bu izler, iki farklı proto-insan türünün aynı dönemde bir arada yaşadığını ve belki de etkileşimde bulunduğunu gösteriyor. Bu durum, atalarımızın davranışlarına dair yeni sorular gündeme getiriyor. Araştırmacılar, İzlerden ikisinin, modern insanlarda görülen yüksek kemerli bir yapıya ve topuktan parmağa doğru ilerleyen bir yürüyüşe sahip olduğunu belirlediler. Bu izlerin, insan benzeri vücut yapısına ve boyutuna sahip olan atalarımızdan Homo erectus tarafından bırakıldığı düşünülüyor. Ancak bir düzine izden oluşan diğer patika, farklı bir modele işaret ediyordu. Bu izler, topuktan ziyade ön ayakla daha derin bir temas göstermekteydi. Ayrıca, baş parmak biraz dışa dönüktü ve insanlarda olduğu gibi ayakla tam olarak hizalı değildi. Araştırmacılar, bu izlerin muhtemelen iri yapılı çene ve büyük baş parmak gibi özelliklere sahip olan Paranthropus boisei adlı bir tür tarafından yapıldığını düşünüyor.
Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >