Blog

Tem13

Antik Mayaların Parkları Var mıydı?

Kategori: Arkeoloji ve Sanat Haberleri  |  Yorum: 0 yorum

etiketler  Antik MayaMayalarMeksikaTikal



Antik Maya şehri Tikal, hareketli bir metropoldü ve on binlerce insana ev sahipliği yapıyordu.

 

Yazar: İpek Kırömeroğlu 

Araştırmalar antik Mayaların şehirlerindeki su rezervuarlarının çevresini park gibi kullanmış olabileceklerini gösteriyor.

 

Cincinnati Üniversitesi biyoloji profesörü David Lentz, Guatemala’daki Tikal’de bir piramidin önünde duruyor. C: UC

 

Antik Maya şehri Tikal, hareketli bir metropoldü ve on binlerce insana ev sahipliği yapıyordu. Tarımın kritik bir yaşamsal unsur olduğu bu görkemli şehir, sakinleri için inşa edilmiş yollar, taş döşeli meydanlar, piramitler, tapınaklar, saraylar ve binlerce evden oluşuyordu.

Cincinnati Üniversitesi’nden araştırmacılar, Tikal’in ağaçlar ve vahşi bitki örtüsü ile kaplı olan su rezervuarlarının (şehre içme suyunu sağlamak için oldukça kritik bir kaynak) şehir merkezinde yer alan doğal güzellikleri şehir dokusuyla birleştiren bir manzara oluşturmuş olabileceğini belirtiyorlar.

Araştırmacılar, Tikal’in tapınak ve saray rezervuarlarında tortulaşmış antik bitki DNA’larını inceledikleri yeni bir sistem geliştirerek 1.000 yıldan daha uzun bir süre önce şehrin su kanallarında yaşayan 30’dan fazla ağaç, ot, asma ve çiçekli bitki türünü tanımladı. İnceleme sonucu elde edilen bulgular ortaya yemyeşil ve vahşi bir vahanın resmini çıkartıyor.

UC Sanat ve Bilim Koleji’nde biyoloji profesörü ve çalışmanın baş yazarı paleoetnobotanikçi David Lentz, “Şehir merkezinin neredeyse tamamımın taş ile döşenmiş olması kurak mevsimlerde şehrin muhtemelen oldukça sıcak olmasına sebep oluyordu. Bu yüzden, şehir merkezinde suyun depolandığı noktalar boyunca güzel ve serin yerlere sahip olmaları mantıklı olabilir. Bu tip yerlerde suya ve ağaçlara bakmak şehrin sakinleri için güzel bir deneyim olmalı; özellikle de kralların ve ailelerinin gitmesi için hoş bir yer aranıyorsa.” diyor.

Çalışma Nature dergisinde yayınlandı.

Lentz ve araştırma ekibi, eğer varsa, bitkilerin çok önemli rezervuarlar boyunca yetişmiş olabileceğine dair dört hipotez önerdi: Mayalar orada mısır veya kabak gibi mahsuller mi yetiştirdi? Yoksa Meksika’nın Purron Barajı’nda keşfedilen benzer bir rezervuarda bulunanlar gibi meyve ağaçları mı diktiler?

 

Cincinnati Üniversitesi’nden araştırmacı Nicholas Dunning, Vernon Scarborough ve David Lentz, DNA analizi için tortu örnekleri topluyor. C: Liwy Grazioso Sierra.

 

Belki de Mayalar, rezervuarları sukamışı ile kaplamışlardır? Lentz, nilüfer deseninin eski Maya resimlerinde sıkça rastlanan bir süsleme çeşidi olduğunu belirtiyor.

Lentz, “Maya ikonografisinde nilüfer bitkisi su dünyası ile onun üzerindeki dünya arasındaki sürekliliği temsil ediyordu. Bu, Maya mitolojisinin bir parçasıydı.” diyor.

Fakat araştırmacılar, bu hipotezlerden herhangi birini destekleyecek çok az kanıt buldular. Bunun yerine, dördüncü bir fikri destekleyen kanıtlar buldular. Bunlardan biri ise toprak dolguların orman dokusunu bozmayacak şekilde yapılmış olması. Böylece hem erozyonu önlemeye yardımcı bir sistemin kurulmuş olmasına hem de tıbbi amaçlarla kullanılan veya yenilebilir bitki ve meyvelerin yetişmesine olanak tanımış olabilirler.

Araştırmacılar, 100 metre yüksekliğindeki ramon ve lahana ağacı gibi ağaç türleri de dahil olmak üzere akiferler (kaya, tortu veya topraktan oluşan, su geçiren bir yeraltı tabakası) boyunca yaşayan çeşitli bitkilerin kanıtlarını buldular. Lentz, ramon ağacının Guatemala’daki yağmur ormanlarında sıkça rastlanan bir tür olduğunu belirtti.

Lentz, “Rezervuarın etrafında neden ramón bulacağınız bir merak konusu. Cevap ise Mayaların bu ormandaki dokuyu olduğu gibi bırakmış olmaları. Tikal sert bir iklime sahip. Yılın beş ayı yağmur yağmadığında hayatta kalmak oldukça zor. Dolayısıyla bu rezervuarlar Mayalar için yaşamsal nitelikte bir kaynak değerine sahipti. Bu yüzden bazen ağaçları kesmeyerek hem doğayı hem de onlar için kutsal sayılabilecek bir koruyu korumuş oluyorlardı.”

Araştırmacılar, bölgeye özgü onlarca bitki arasında yabani soğan, incir, yabani kiraz ve iki çeşit ot bulunduğunu tespit ettiler. Lentz, su kuşlarının rezervuar ve çevresini ziyaret ederek çim tohumlarını rezervuara taşımış olabileceklerini belirtiyor. Kurak mevsimlerde ve su kıtlığının yüksek olduğu zamanlarda rezervuarların kenarlarında otlar çoğalıyordu.

 

Tikal’de bir piramit Guatemala’daki yağmur ormanlarının arasından yükseliyor. C: David Lentz.

 

Lentz, “Tikal bir dizi yıkıcı kuraklık yaşadı. Su seviyesi düştükçe, zehirli maddeler üreten mavi yeşil alglerin sayısında artış yaşandı. Kuraklık, çimenlerin yetişmesi için harika bir ortam sunuyordu ancak rezervuarın kenarında yaşayan orman bitkileri için durum pek de öyle değildi.” diyor.

Peki bu vahşi alanlar bir parka eşdeğer miydi?

“Sanırım öyleydiler. Ancak bu parkların ne kadar halka açık olduğunu bilmiyorum. Burası şehrin tapınaklar ve saraylarla çevrili kutsal bir bölgesiydi. Halkın burada ne derece hoş karşılanıp karşılanmadığını bilmek ise bu yüzden zor.” diyor Lentz.

Günümüz kuzey Guatemala’sında bulunan Tikal, bir zamanlar Mezo-Amerika için gelişen bir güç, din ve ticaret merkeziydi ve 1200 yıldan daha uzun bir süre önce en parlak dönemine ulaştı. Bugün, kültürel ve arkeolojik sit alanı olan bölge, el değmemiş yağmur ormanlarıyla çevrili doğal bir milli parktan oluşuyor.

Ancak 1.000 yıldan daha fazla bir süre önce, bölge önemli ölçüde farklı görünüyordu. Şehir merkezi, yağmur ormanları yerine 60.000 veya daha fazla insanı desteklemek için gereken mısır, fasulye ve kabaktan oluşan tarım alanları, çiftlikler ve evlerle çevriliydi. Tikal, en parlak döneminde nüfus olarak Pennsylvania’nın Wilkes-Barre, New Jersey’in Atlantik ve Florida’nın Pensacola şehirlerinden daha büyüktü.

Coğrafya profesörü ve çalışmanın ortak yazarı Nicholas Dunning, Tikal’in yükselişi ve çöküşü boyunca kentin çevresinde meydana gelen belgelenmiş yaygın ormansızlaşma göz önüne alındığında, şehirde bozulmamış bir ormanın varlığının göze çarpacağını söylüyor.

Dunning, “Burada yüksek ihtimalle çok fazla bir park olmuyordu; belki 50 metreye 50 metre. Ancak bu yeşil alanlar, şehrin merkezi bölgesinde yer alan, esasen tamamen alçı ile sıvanmış ve çoğu kırmızı renge boyanmış olan binaların çevresiyle canlı bir tezatlık oluşturuyordu.” diyor.

Dunning, rezervuarların önemli bir su kaynağı olmanın ötesinde bir değere sahip olduğunu da sözlerine ekliyor.

“Maya kozmolojisinden yola çıkarak, Mayaların birçok orman unsuru (örneğin, gökyüzünü tutan bazı kutsal ağaçlar) içeren bir orman kültürüne sahip olduğu düşünülürse, şehrin kalbinde kutsal su kaynağına ve havuza bitişik kutsal bir korunun olması son derece güçlü bir sembolik etkiye sahipti. Tıpkı minyatürdeki kozmosun parçaları gibi. Öte yandan, antik Maya şehirleri bir bütün olarak oldukça yeşillikti.” diyor Dunning. 

Tikal’deki parklar günümüzün şehir parklarını gölgede bırakacak bir görkeme sahipti.

Dunning, “Tikal’in merkezi bölgesinden uzakta, arazinin çoğu ya ağaçlar ya da tarım bitkileriyle kaplıydı. Hemen hemen her ev kompleksinin belirli bir bahçesi vardı. Maya şehirlerinin sakinleri tarafından tüketilen yiyeceklerin büyük bir kısmı muhtemelen şehrin içinde veya yakın çevresindeki bölgelerde yetiştiriliyordu. Bu şehirler günümüzün modern Batı şehirleri gibi değildi.” diyor.

Lentz, daha önce araştırmacıların antik Tikal’de yetişen ekinleri ve yabani bitkileri araştırmak için antik polen veya odun kömürü üzerinde çalıştığını belirtti. Bu araştırma için, bitkileri ve hayvanları küçük DNA dizileriyle bile tanımlayabilen yeni nesil bir DNA dizileme metoduna yöneldi.

Botanikçi ve çalışmanın ortak yazarı Eric Tepe, “Genellikle, yeni nesil metodları uygulayabilmek için yüksek kalite ve yüksek konsantrasyonlu DNA’ya ihtiyaç vardır. Öte yandan, Tikal’den elde edilen DNA örnekleri hem düşük bir kaliteye hem de çok düşük konsantrasyona sahipti.” diyor.

UC Tıp Fakültesi’nde mikrobiyoloji profesörü Alison Weiss ve Minnesota Üniversitesi’nden mikrobiyolog Trinity Hamilton, rezervuarın tortu örneklerinden elde edilmiş antik mikrobiyal DNA’yı analiz etme görevini üstlendiler.

Weiss, laboratuvarında patojenik E. coli ve insan mikrobiyomları üzerine bir çalışma yürütüyor. Yaptığı son araştırmasında, kanser hastalarında kemoterapinin sindirim sistemindeki koruyucu tabakayı nasıl bozduğunu inceledi. Bunun yanı sıra, Weiss bilimin her alanını sevdiğini ve yeni bir zorlu araştırmaya hevesli olduğunu belirtti.

Weiss, “Antik DNA eski olması nedeniyle kısa küçük diziler boyunca bozulma eğilimi gösterir.” diyor.

Florida’da bulunan Rapid Genomics şirketinin yardımıyla, UC’nin bilim insanları tortu örneklerinde bitki DNA’sını tanımlayabilmek için yeni bir inceleme tekniği geliştirdi. Böylelikle fotosentezin gerçekleştiği bitki yapıları olan kloroplastlardan küçük DNA ipliklerini kopyalayabildiler. Daha sonra araştırmacılar, bilim insanlarının bakteri türlerini tanımlamak için ribozomal DNA’daki gen dizisini kopyalamalarına oldukça benzer bir şekilde, Tikal’den elde edilen antik bitki örneklerini bilinen bitki türlerinin DNA’sıyla eşleştirdiler.

Weiss, “Analiz oldukça zordu çünkü bunu ilk yapan bizdik. Bakteriyel ribozomal DNA’nın bir veri tabanı var. Ancak antik bitki DNA’sı için aynı durum söz konusu değil. En iyi eşleşmeyi bulabilmek için dizileri tek tek alıp genel veri tabanında araştırmak zorunda kaldık.” diyor.

Tepe ise, “Bu proje bizim için biraz körü körüne denemeydi. Hiçbir sonuç alamamayı umuyorduk. Tikal’deki rezervuarları çevreleyen bitki örtüsü hakkında bir fikir edinebildiğimiz gerçeği, bence, muhteşem bir başarı ve diğer Maya yerleşkelerinde de uygulayabilmeyi umduğumuz bir konseptin göstergesi.” diyor.

UC araştırmacıları artık antik dünyayı umut vadeden yeni bir şekilde inceleyebilir.

Weiss, “Başardığımız için mutluyuz. Antik bitki DNA’sını tortu kalıntılarında tespit etmek ve bunun gereksiz veri giriş çıkışına sebep olmadığından emin olmak uzun zaman aldı. Şimdi bu tortu araştırmalarından eski insanlar hakkında daha fazla şey öğrenebilmek çok heyecan verici.” diyor.

 

University of Cincinnati. 22 Haziran 2021.

Makale: Lentz, D. L., Hamilton, T. L., Dunning, N. P., Tepe, E. J., Scarborough, V. L., Meyers, S. A., … & Weiss, A. A. (2021). Environmental DNA reveals arboreal cityscapes at the Ancient Maya Center of Tikal. Scientific reports, 11(1), 1-10.

 

www.arkeofili.com

Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >

Yazıya Yorum Ekleyin

* Takma ad kullanabilirsiniz

* Yorumunuzda görülmeyecektir

 Evet   Hayır* Her defasında yeniden girmemeniz için