Blog

Ağu2

Antik Yunanistan’ın Olimpiyat Şampiyonları Ünlü Sporculardı

Kategori: Arkeoloji ve Sanat Haberleri  |  Yorum: 0 yorum

etiketler  Antik YunanOlimpiyatOlympiaSporTurnuvaZeus



Antik Yunanistan’daki ilk Olimpiyat kazananları, sosyal ve politik ağırlığı ve hatta iyileştirme gücü olan ünlüler haline gelmişti.

 

Yazar: İrem Ersoylu 

Antik Yunanistan’daki ilk Olimpiyat kazananları, sosyal ve politik ağırlığı ve hatta iyileştirme gücü olan ünlüler haline gelmişti.

 

Discobolus ya da “disk atan adam”, Antik Yunanistan’ın en ikonik spora özgü sanat eserlerinden biri. Aslen MÖ 5.yüzyıl civarında yontulmuş olan bronz heykel, Ulusal Roma Müzesi’ndeki bu örneği gibi, daha sonraki Roma kopyaları sayesinde ünlendi. Scala, Floransa.

 

“Olimpiyat Oyunları’ndaki en önemli şey kazanmak değil yer almaktır.” Pek çok ünlü söz gibi, bu kelimelerin kendisi de onu söyleyen kişiden  – Fransız aristokrat Baron Pierre de Coubertin –  daha ünlü hale geldi. Mesleği eğitim

teorisyeni olan Coubertin, bugün daha çok modern Olimpiyatların babası olarak biliniyor. Coubertin’in bu antik yarışmanın ahlaki örneğine duyduğu tutkulu inanç, sonunda 1896’da Yunanistan’ın Atina kentinde düzenlenen ilk modern Yaz Olimpiyatlarını ortaya çıkardı. Günümüzün hileli ve çokça pazarlanan etkinliklerinden farklı olarak oyunlar, Coubertin’in klasik kültür hakkındaki derin bilgisine ve tutkusuna, “hayatta esas olanın fethetmek değil iyi savaşmak” olduğuna olan inancına dayanıyordu. 

Antik Olimpiyatların Harikaları 

1896 Atina oyunlarına kadar Uluslararası Olimpiyat Komitesi’ndeki hararetli tartışmalar, sporda “profesyonellik” ve “amatörlük” karşıtlığı üzerine odaklandı. En sonunda komite, Olimpiyat oyunlarında yalnızca “profesyonel olmayan” sporcuların yarışabilmesine ve para ödülünün olmamasına kadar verdi. Coubertin öncülüğünde, insanlar arasındaki barışı, anlayışı ve dostluğu destekleyen etkinliğin vizyonunu oluşturdu. 

 

Olympia’daki kutsal bölgenin bu kalıntıları, antik Yunanistan’ın tanrıların babası Zeus’a adanmış en önemli tapınağıydı. MÖ 776’dan beri Olimpiyat Oyunları her dört yılda bir orada yapıldı. Geleneğe göre mitolojik kahraman Pelops, bu oyunları tanrının onuruna hazırladı.

 

Bakınca bu tür kavramlar övgüye değer görünüyor. Fakat “amatör ruh” sınıfsal önyargı için her zamankinden daha çok bir perde görevi görüyordu. Spordan finansal anlamda yararlanan sıradan sporcular kendilerini cezalandırılmış ve hatta Olimpiyatlardan uzaklaştırılmış buldular. En bilinen örnek, daha önce yarı profesyonel beyzbol oynadığı için 1912 oyunları ardından madalyaları elinden alınan Amerikalı sporcu Jim Thorpe’dur.

Bu önyargı neredeyse bir yüzyıl boyunca oyunun kural kitaplarında varlığını korudu. 1988 oyunları ardından Olimpiyatları düzenleyenler artan baskıya boyun eğdiler ve profesyonel sporcuların çoğu kategoride yarışmalarına imkan vermeyi kabul ettiler. Bazıları için bu, Coubertin’in çok övdüğü oyunların “saflığından” üzücü bir dönüştü.

Oyunlar başlasın! 

 

Attika vazosunda tasvir edilen güreşçiler, MÖ 520. Louvre Müzesi, Paris.

 

Olimpiyat oyunları her dört yılda bir yaz aylarında, Zeus’a adanmış bir tapınak olan Olympia’da gerçekleşirdi. MÖ 5. ve 4. yüzyıllarda oyunlar beş gün sürerdi. İlk gün, haberciler ve borazancılar için spor ile ilgili olmayan yarışmalar yer alırdı. İkinci gün, at ve at arabası yarışları, ardından disk atma, uzun atlama, cirit atma, koşu ve güreşi kapsayan pentathlon yarışmaları yapılırdı. Üçüncü gün, oyunların mitolojik kurucusu Pelops ve Zeus’un onuruna düzenlenen dini kutlamalara ayrılırdı.

Spor etkinlikleri dördüncü gün ayak yarışları ve oldukça saldırgan bir yarışma olarak bilinen, güreş ile boks arasında bir geçiş olan pankration ile devam ederdi. 

Soylu sporcular 

Soylu amatör kavramı, 20. yüzyılın başlarında İngiliz tarihçi E. Norman Gardiner’ın (1864-1930) çalışmalarından esinlenerek güç kazandı. Gardiner, Yunan spor tarihini Homeros kahramanlarının “doğal aristokrat sporu” ile başlayan ve MÖ 500-440 yıllarında Yunan sporunun “altın çağı” ile doruğa ulaşan yükseliş ve düşüş süreci olarak yeniden inşa etti. 

Daha sonra Yunan sporu, Gardiner’ın oyuna profesyonelliğin getirilmesine bağladığı uzun bir çöküş dönemine girdi. Bu, sporcuların kazanabileceği onursal ve parasal ödüllerde sağlıksız bir artışa neden oldu. Sonuç, alt sınıftan ve Yunan dünyasının daha az “medenileşmiş” bölgelerinden gelen profesyonel sporcuların gitgide fiziksel avantaj elde etmesiydi. Aristokratlar spor yarışmalarına katılmayı bırakmak ya da giriş için önemli miktarda parasal yatırım gerektiren binicilik etkinliklerine bağlı kalmak zorunda kaldılar. Ancak galip ilan edilen, binici ya da at arabasını süren kişi değil, onun yerine arabanın ve atların sahibiydi. 

Gardiner, Yunan spor tarihinde kesin olarak iki farklı aşama olduğunu savunuyordu: bir yandan soyluların yalnızca değerlerini kanıtlamaya çalıştıkları başlangıç dönemi, diğer yandan alt sınıfa mensup kişilerin para ve ayrıcalıklar için yarıştığı, çökmekte olan, yozlaşmış bir dönem. Büyük ölçüde Hollandalı tarihçi Henri W. Pleket’in çalışmalarına dayanan son araştırmalar bu görüşe karşı çıktı. Araştırmacılar, Yunan sporunun büyük miktarda para içerdiğini ve aslında, en başından beri şaşırtıcı bir şekilde sosyal ve politik etkilere bağlı olduğunu keşfettiler. 

Kurallara göre oynamak 

 

Yunan tanrısı Zeus, antik dönem sanatçıları arasında popüler bir konuydu. Louvre Müzesi

 

Antik Olimpiyat oyunları başlamadan önce sporcular, ilk olarak Olympia’daki Bouleuterion’da bulunan bir Zeus heykelinin önünde kurallara göre oynamaya yemin etmek üzere toplanırlardı. Sporcuların babaları ve eğitmenleri de onların eylemlerinin sorumluluğunu kabul ederek yemin ederlerdi. Parasal ve bedensel cezalar da dahil olmak üzere kuralları ihlal eden herkes ağır cezalarla karşılaşırdı.

Sporcular, hatalı başlangıçlar yaptıklarında ya da diğer yarışmacıları rahatsız ettiklerinde kırbaçlanabilirlerdi. Para cezaları Olympia’da Zanes adı verilen Zeus heykellerini dikmek için kullanılırdı. İhlalleri bildiren yazıtlar ve oyunlarda ileri düzeyde sporculuk arandığı konusunda uyaran böyle en az 12 heykel vardı.

Ödüller ve şöhret

İki türde yarışma mevcuttu. İlki, “çelenk oyunları” olarak bilinirdi. Bunların en önemlileri, Yunan dünyasındaki tüm şehir devletlerine açık, Panhellenik oyunları oluşturan dört turnuvaydı: Olympia’da düzenlenen Olimpiyat oyunları; Delphos’ta Pythia oyunları; Korinthos’ta Isthmia oyunları; ve Nemea’da Nemea oyunları. Tüm bu turnuvalarda, kazananlar zaferlerini simgeleyen bir çelenkten başka bir şey elde etmiyorlardı. 

Bu dört Panhellenik oyunun ödülleri tanrılar için kutsal olan bir bitki veya ağaçtan yapılmış çelenklerdi: Olympia’da zeytin, Delphos’ta defne, Korinthos’ta kuru kereviz veya çam ve Nemea’da yaban kerevizi. 

İkinci yarışma türü ise “amatör” oyunlardı. Fakat bu oyunlar pek de ikinci kategoride görülebilecek türden değildi. Bunlar, kazananların genellikle önemli miktarda maddi ödüller elde ettiği yarışmalardı. Dikkat çekici örnekler, bu yarışmaların  en önemlisi olan Atina’daki Panathenaic oyunlarında verilen ödülü de içerir. MÖ 4.yüzyılın ortalarında eski koşu yarışı stadion’un kazananı 100 amfora zeytinyağı ile ödüllendirilirdi. Bu, en az usta bir işçinin dört yılda kazanabileceği değerdeydi ve stadion etkinliği, bu oyunlar arasında en fazla bütçeye sahip olan bile değildi.

MÖ 2. yüzyılda Küçük Asya’daki bir şehirde, bir Olimpiyat şampiyonuna sadece yerel oyunlara katıldığı için 30.000 drahmi verildi. Bu, bir Roma askerinin yılda 300 drahmiden fazlasını kazanmadığı bir dönemdi. 

 

19. yüzyıldaki Avrupalılar, antik Olimpiyat oyunlarına hayran kaldılar ve Giuseppe Sciuti’nin 1872 tarihli bu tablosu gibi, bu tema üzerinden sanat eserleri ortaya çıkardılar. MÖ 5. yüzyıl Yunan şairi Pindaros, kırmızı giysili, zeytinden çelenk ile taçlandırılmış bir şampiyonu överken tasvir ediliyor. Brera Sanat Galerisi, Milan.

 

Şimdiye kadar bu örnekler, Gardiner’ın fikirleriyle uyuşuyor gibi görünüyor. MÖ 4. yüzyıldan bu yana, bu klasik oyunlar hırsla lekelendi. Ancak gerçek, neredeyse kesinlikle çok daha karmaşıktı. Dönemin profesyonelleri arasında bile para kazanmaktan çok, oyunu kazanma arzusu sporcuların ana güdüsüydü. Benzer durum günümüz Olimpiyat oyunlarında da görülebilir. 

Klasik oyunların günümüz Olimpiyatlarında açıkça görülebilen bir diğer yönüyse ülkelerin, bayraklarını onurlandıran sporculara takdirlerini gösterme eğilimidir. Bu genellikle para ile gösterilirdi. Bugün bir sporcunun kazanma gücü, ulusal ve uluslararası ortamdaki büyük bir yarışmada sergilediği üstün performanstan sonra önemli ölçüde  artmaktadır.  

Antik Yunanistan’da olduğu gibi, büyük oyunların herhangi birinde kazanılan zafer, kazanana birçok fayda sağladı. Kazanan sporcuyu evde bekleyen uzun bir onur ve ödül listesi, topluluğun kendilerini spor alanında temsil eden vatandaşlara verdiği önemi yansıtıyordu. Daha da önemlisi, bu tür olayların çoğu, Gardiner tarafından sözde Altın Çağı olarak resmedilen Yunan tarihinin erken dönemlerine denk düşüyor. 

Örneğin, yarışmacıları kısa mesafe koşusuna hakim olan İtalya’nın güneyindeki bir şehir Kroton’un kötü bilinen bir olayı mevcuttur. MÖ 588 ile 480 arasındaki yıllarda Krotonlular 28 stadion yarışından 13’ünü kazandı. MÖ yaklaşık 478’te aniden sona eren bu spor becerilerinin arkasında ne vardı? Bazı uzmanlar Kroton’un başarısının, önde gelen atletizm okulunda geliştirilen antrenman yöntemlerinin sonucu olarak açıklanabileceğini öne sürüyor. Ancak diğerleri, Kroton’un başka şehirlerden sporcuları kendi bünyesine alıp onları Krotonlu diye göstererek Yunanlar arasındaki itibarını artırmaya çalıştığını iddia ediyor. Bu propaganda girişimini sürdürecek olan para tükenip bittiğinde Kroton’un zaferleri de tükendi. 

 

Ödül çelengiyle bir koşucu. Bronz heykel, MÖ 2. ile 1. yüzyıl arasında.

 

Ulusal şampiyonlar 

Bugün olduğu gibi antik çağda da kazanan yarışmacılara, kendi şehirlerine veya ülkelerine döndüklerinde coşkulu kutlamalar yapılırdı. Akragaslı Exenetus’un MÖ 412’de Olimpiyat oyunlarında kısa mesafe koşusunu kazanmasından sonra karşılanması daha sonra Yunan tarihçi Diodorus Siculus tarafından kayıtlara geçti. Anlatımı, günümüz spor takımları tarafından gerçekleştirilen şehrin kalabalık sokaklarında yapılan geçit törenlerini anımsatmaktan daha fazlası: 

Zafere ulaştıktan sonra Akragaslı Exenetus’u [limandan] bir at arabasının üstünde şehre götürdüler. Diğer şeylerin yanı sıra, hepsi vatandaşlara ait olan beyaz atların çektiği 300 at arabası eşlik etti.

Şehirlerin büyük oyunların kazananlarına verdiği para ödülleri çok büyük olabilirdi. MÖ 6. yüzyılın ilk yarısında Atina’da Solon’un yasaları, Olympia’da galip gelen Atinalı sporculara 500 drahmi, İsthmia oyunlarında kazananlara ise 100 drahmi ödül verdi. Bunlar çok önemli miktarlardı. İki yüzyıl sonra filozof Platon’un zamanında usta bir işçinin günlük geliri bir buçuk drahmiydi. 

Sporcunun heykelinin yapılması için devlet hazinesinden ödeme yapılabilirdi. Kazanan, kamu işleri gibi diğer avantajlardan ve özellikle de topluluğun özel kişileri olarak kabul edilen son derece az sayıda kişiye ayrılan belirli ayrıcalıklardan yararlanırdı: şehir tarafından ödenen ömür boyu maaş, kamusal etkinliklerde başköşede oturma hakkı ve hatta vergi muafiyeti. 

Yerel kahramanlar

 

 

Sparta piyade kalkanı. Oliveriano Arkeoloji Müzesi, Pesaro, İtalya.

 

Klasik dünyada bazı bölgeler sporcularının oyunlarda kazandığı zaferlerin sayısıyla öne çıkıyordu. MÖ 776’dan 7. yüzyılın sonuna kadar Sparta, müthiş savaşçı kültürüyle sahaya egemen oldu. Sonraları 6. yüzyılda Sicilya ve İtalya’daki Yunan kolonilerinden sporcular zirveye yükseldi. MÖ 2. yüzyılda Rodos, Ege’nin en sportif sporcularını yetiştirdi.

Profesyonel ve amatör sporcular arasındaki ayrım, klasik Yunan dünyasında oldukça bulanık hale geliyor. Aslında, Avrupa ve belki de dünya tarihindeki  ilk profesyonel sporcular alt sınıftan değil aristokrasiden geldi. Eğer profesyonel bir sporcu, antrenman ve yarışmalarda “tam zamanlı” çalışan, yaşamak için bunlara bağlı olmasa bile para veya onursal ödüller alan biri olarak tanımlanırsa, böyle olaylardan en erken MÖ 6. yüzyıldan itibaren bahsedilebilir.

Pleket, para ve onur için yarışmanın ve hatta siyasi amaçlar için zaferlerden yararlanmanın antik Yunanistan’da hoş karşılanmadığını vurguladı. 19. yüzyıldaki “amatör spor” savunucuları için olduğu gibi, buna bağlı hiçbir sosyal damga yoktu. Aynı tutum, Homeros’un aristokrat savaşçıların kahraman Akhilleus tarafından verilen pahalı ödüller için yarıştığı MÖ 8. yüzyıla ait epik şiiri İlyada’da da (Ilias) görülebilir.

Herkes erişebiliyor mu? 

Son yıllarda tarihçiler arasında en çok tartışılan konulardan biri, orta ve alt sınıfların ne zaman ve ne ölçüde sistematik şekilde spora katılmaya ve oyunlarda yarışmaya başladıklarıdır. Gardiner’ın çalışmasında ortaya koyulan geleneksel görüş, sporun giderek profesyonelleşmesinin daha ileride MÖ 5. yüzyılda ve kesin olarak MÖ 4. yüzyıldan itibaren başladığıdır. Alt sınıftan sporcular atletik oyunlara gitgide daha fazla dahil olurken soylular geri çekilmeye başladı.

Pleket’in çalışmaları alt sınıftan sporcuların gerçekten de bir zamanlar yalnızca aristokratik spor faaliyetleri uygulamaya başladıklarını ortaya koyuyor.  Ancak bu süreç Gardiner’ın asıl teorisini önermesinden daha önce gerçekleşti. MÖ 6. yüzyılın başında yalnızca aristokratların gerekli boş zamanı ve pratik olanaklarına erişimi vardı. Ancak aynı yüzyılın sonlarında, Yunan şehir devletlerinin sosyal ve politik anlamda değişmesine paralel olarak, antrenmana erişimi arttıran halk gymnasiumları inşa edildi. Bunlar, diğer sosyal sınıfların gitgide spora dahil edilmesini teşvik ediyordu. Bu tesislerin sağladığı bedensel, entellektüel ve ahlaki yararların yanı sıra halkı, askerlik hizmetine hazırlamada da faydalı olduğu düşünülüyordu.

 

Nike, bir sporcuyu taçlandırıyor. MÖ 5. yüzyıl. Krater. Kanellopoulos Müzesi, Atina.

 

Bu andan itibaren alt sınıftan vatandaşlar spor faaliyetlerine katılabildiler. İlk başta bu yerel oyunlarla sınırlıydı. Büyük Panhellenik oyunları, oyunların düzenlendiği yerlerde seyahat ve konaklamaya bağlı yüksek maliyetler nedeniyle eski soyluların ve zengin tüccar sınıfının neredeyse özel alanı olarak kaldı. Örneğin Olympia’da sporcuların, oyunların başlangıcından tam bir ay önce gelmeleri gerekiyordu. 

Ayrıca Pleket, aristokrasi ve tüccar sınıfının üyelerinin stadiadan geri çekilmek şöyle dursun, yerel ve Panhellenik oyunlarda MÖ 4. yüzyıldan beri yarışmaya devam ettiklerini şüpheye yer bırakmayacak şekilde doğrulayan yazıtlar ve edebi belgelerden de bahseder. Başka bir deyişle, aristokrat sporcular ve zengin tüccar sınıfından olanlar profesyonelleşmeye doğru büyüyen bu akımın içinde yer alıyordu. Aristokrat sporcular sadece daha masraflı binicilik etkinliklerinde değil, aynı zamanda pentathlon, güreş, boks ve pankrationda da yarıştı. Fakat bu etkinliklerin sayısı önceki dönemlere göre kuşkusuz daha az sayıdaydı.

Aşçılar ve çobanlar 

Amerikan Olimpiyat tarihçisi David C. Young, Pleket’ten daha da ileri gidiyor. Kitaplarında, oyun tarihinin daha en başında sayısız soylu sporcunun Olympia’da yarıştığını ve zaferle beraber gelen maddi ve sosyal yararlardan tamamen faydalandıklarını savunuyor. Young’ın araştırmaları, aristokrat olmayan sporculardan bahseden,  MÖ 8. yüzyıldan 6. yüzyıla kadar bir dizi kaynak buldu. 

Hatta MÖ 776’daki ilk oyunlarda, bilinen ilk Olimpiyat galibinin Eleios’lu Koroibos adındaki bir aşçı olduğu bile söyleniyordu. MÖ 460’da Olimpiyat güreş şampiyonu olan Libya’da Barca’lı Amesinas bir çobandı. MÖ 6. yüzyılın sonlarında şair Simonides, kimliği belirsiz bir sporcunun başarılarını kutladı ve ondan, sporcu olmadan önce “Argos’tan Tegea’ya balık taşıdığını” söylemesini istedi.

Fakat MÖ 520’de Olimpiyatlarda boks şampiyonu olan ve ayrıca Delphos’ta  iki kez, İsthmia oyunlarında sekiz kez kazanan ve Nemea’daki diğer zaferleriyle Karystos’lu Glaukos’un  kökenleri hala belirsizliğini koruyor. Bazı kaynaklar onu zalim bir köylü olarak resmederken, diğerleri onu daha az kuvvetli olmayan soylu bir toprak sahibi olarak tanımlıyor. Görünüşe göre her iki tip de muhtemelen şampiyon olabilir.

 

Oturan boksçu, MÖ 3.-1. yüzyıl, Ulusal Roma Müzesi, Roma.

 

Alt sınıftan insanların spor yarışmalarında aktif bir rol oynadıklarını varsayarsak eğer, yolculuğun büyük masrafını nasıl karşılamış olabilirler? Young, onların spor “kariyerlerini” yerel oyunlarda kazandıkları ödüllerle finanse ettiklerini ikna edici bir şekilde öne sürüyor. 

Bölgesel bir yarışmayı kazanmış olan mütevazı bir aileden gelen genç bir sporcu, kazandığı ödül parasını daha önemli ve maddi bakımdan daha kazançlı bir oyuna girmek için kullanabilirdi. Eğer orada da kazanmışsa, bir antrenör tutabilir ve böylece kendisinin büyük oyunlara katılmasını sağlayacak bir spor kariyerine başlayabilirdi. 

Daha yoksul ve soylulardan olmayan sporcuların büyük oyunlara katılmasının zor olduğu şüphesiz doğrudur. Fakat imkansız değildi. Bu, fakir bir aileden gelenlerin üstün spor kabiliyetlerinin farkına varmalarıyla ilgiliydi. MÖ 4. yüzyıldan önce buna dair hiçbir kanıt olmamasına rağmen, yetenekli fakat fakir sporcuların şehirsel ya da bireysel şekilde patronları – klasik dünyanın sponsorları – olmuş olabileceği öne sürüldü. 

Young, bu gibi olayların MÖ 450’de sık gerçekleştiğini söylüyor. Fakat diğer tarihçiler buna katılmıyor. Soylu olmayan sporcuların oldukça istisnai bir durum olduğunu belirtiyorlar: Aristoteles, Simonides tarafından övülen balıkçının Olimpiyat zaferinin alışılmadık bir olay olduğunu açıkça belirtiyor. Aşçı Koroibos’un zaferine gelince o, komşu şehirden gelen seyahat ve konaklama masraflarını ödemek zorunda olmayan genç bir adamdı. 

Boks, güreş ve pankration alanında yarışan sporculara bol miktarda et diyeti uygulandı. Yazar Euripides’in Autolycus’ta (MÖ yaklaşık 420) yazdığıma göre bu, bir sporcuyu “çenelerinin kölesi ve… midesinden daha zayıf” kılıyordu. 

Buna rağmen, antik Yunanistan’da spor bir dereceye kadar “demokratikleşebildi”. Daha az zenginler için sporun ulaşılabilirliği ve özellikle MÖ 8.-5. yüzyıllardaki Panhellenik oyunlarına katılımları, daha önce düşünülenden daha fazladır. Bu katılım 19. yüzyıl aristokrat “amatörizminin” savunucularının iddia ettiğinden daha kapsamlıydı. Günümüzdeki Olimpiyat hareketi, antik Olimpiyatlara ihanet etmek şöyle dursun, modern profesyonelliğin bu mirasın devamı olduğu gerçeğinden cesaret alabilir. 

 

www.arkeofili.com

 

Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >

Yazıya Yorum Ekleyin

* Takma ad kullanabilirsiniz

* Yorumunuzda görülmeyecektir

 Evet   Hayır* Her defasında yeniden girmemeniz için