Blog
Antik Yunanlar ve Romalılar da Beslenme Önerilerine Takıntılıydı

Çoğu Yunan ve Romalı doktor, tüm bedenlerin sıcak, soğuk, nemli ve kuru olmak üzere bir spektrum üzerinde var olduğuna inanıyordu.
Begüm Bozoğlu - www.arkeofili.com
Protein açısından zengin öğünlerden aralıklı oruca kadar, Klasik çağ insanları sağlıklı kalmanın yolları hakkında güçlü fikirlere sahipti.
Antik Roma dönemine ait natürmort mozaik: balık ve sebzeler, MS 2. yüzyıla tarihlenen eser, Tor Marancia’daki bir Roma villasından. Günümüzde Vatikan Müzeleri’nde sergileniyor. C: Wikimedia Commons
Instagram trendleri ve DNA bazlı diyetlerden çok önce, antik Yunan ve Romalı doktorlar beslenmeyi sağlık hizmetlerinin temel taşı olarak kullanıyorlardı. Şaşırtıcı bir şekilde, verdikleri tavsiyeler hem modern hem de son derece mantıklı görünüyor. MS 2. yüzyılda yaşamış Romalı hekim Galenos, fazla kırmızı et tüketiminin (özellikle sığır etinin) kansere yol açabileceğini yazmıştı. Zayıflamak isteyenler için Hipokrat, günümüzde “aç karnına kardiyo” olarak “bilinen yemek yemeden önce egzersiz yapma” yöntemini öneriyordu. Farmakolojinin babası Dioskurides ise tavuk çorbasının sağlık durumu kötü olanlara sıklıkla verildiğini ve onları iyileştirdiğini belirtiyordu.
“En önemli şey,” diye yazmıştı Romalı yazar Celsus, “herkesin kendi bedeninin doğasını iyi tanımasıdır.” Devamında, çoğu insanın belirli bir fiziksel zayıflığa sahip olduğunu belirtmiş ve ister kilo alma eğiliminde olun, ister kilonuzu korumakta zorlanın, ister kabızlık yaşayın, ister yiyeceklerin sindirim sisteminizden hızla geçmesini deneyimleyin—”hangi kısım daha sorunluysa her zaman için ona daha fazla dikkat etmeli ve beslenmemizi ona göre ayarlamalıyız,” diye vurgulamıştı.
‘Kleopatra’nın Ziyafeti’ – Giovanni Battista Tiepolo (1696-1770). C: Wikimedia Commons
Her şey dengede saklı
Antik çağda beslenme ile ilgili fikirler, bedenin işleyişine dair eski teorilere dayanıyordu. Çoğu Yunan ve Romalı doktor, tüm bedenlerin sıcak, soğuk, nemli ve kuru olmak üzere bir spektrum üzerinde var olduğuna inanıyordu. Genel olarak, Romalı hekim Galenos’tan itibaren, nemli, kuru, sıcak ve soğuk özelliklerin bedendeki sıvılarla ilişkili olduğu düşünülüyordu. Kan sıcak ve nemliydi; balgam soğuk ve nemliydi; kara safra soğuk ve kuruydu; sarı safra ise sıcak ve kuruydu. Hipokrat zamanında bile, bu maddelerden birinin eksikliği veya fazlalığının ağrıya ve hastalığa yol açabileceğine inanılıyordu. Bunları düzenlemenin temel yolları ise egzersizle bedeni ısıtmak ve beslenmeyle—maddelere bağlı olarak—bedeni içeriden ısıtmak veya soğutmaktı.
NYU’deki Antik Dünya Çalışmaları Enstitüsü’nde Klasik Edebiyat ve Bilim alanında yardımcı doçent ve yakın zamanda yayımlanan “How to Eat: An Ancient Guide for Healthy Living” (Nasıl Yemeli: Sağlıklı Yaşam İçin Antik Bir Rehber) kitabının yazarı Claire Bubb’a göre, bazı bedenler—örneğin kadın bedeni—daha “nemli” olmaya yatkın kabul edilirken, diğerleri—genç erkekler gibi—daha sıcak ve kuru olarak görülüyordu. Ancak genel olarak, sağlığın bu özellikleri dengede tutarak korunabileceği düşünülüyordu.
Bubb “Oldukça basit bir şekilde ifade etmek gerekirse, temel teori, sıcak ve kuru bir hastalıktan [örneğin kolera] muzdarip olan bir hastanın, muhtemelen serin ve nemli bir diyetle bir nebze rahatlama bulacağıydı (ve birine biraz marul vermek, olumsuz etkileri felaket olabilecek bir ilaç vermekten çok daha az riskliydi),” diyor. Marul, ister içsel doğası gereği, ister hastalık nedeniyle, isterse hava koşullarından dolayı aşırı ısınan kişilerde vücut sıcaklığını düzenleyebilen serinletici bir besin olarak görülüyordu.
Gıdaların ısıtıcı ve soğutucu özellikleri çoğu zaman içgüdüsel olarak anlaşılır: Marul ve salatalık serinletici besinlerdir, ancak roka baharatlı olduğu için ısıtıcıdır. Et de ısıtıcı bir yiyecektir, özellikle kavrularak hazırlandığında—çünkü bu yöntemde sıvı kullanılmaz ve yüksek sıcaklıklar uygulanır. Çiğ sebzeler serinletici gıdalardır ve bu nedenle, bedenin soğumaya ihtiyaç duyduğu yaz mevsimi için daha uygundur.
Antik dönem hekimlerine göre, bu reçeteler işe yarıyordu. Galenos, “On the Properties of Foodstuffs” (Yiyeceklerin Özellikleri Üzerine) adlı eserinde, gençken—yaşı gereği daha sıcak bir yapıya sahip olduğu için—marulun serinletici etkisinden başarılı şekilde faydalandığını anlatıyor. Artık yaşlandığında ise marulun onun için yeni bir işlev kazandığını: uyku getirici bir besin haline geldiğini. “Uykusuzluğa karşı tek çarem, akşam yediğim maruldu,” diye yazmıştı.
Beslenme, hastalıkların teşhis ve tedavisinde önemli bir rol oynasa da, hastalıkları önlemek açısından çok daha kritik bir unsurdu. Cerrahi ve farmakolojik tedavilerin henüz başlangıç aşamasında olduğu bu dönemde, çoğu hastalık tedavi edilemiyordu. Bu nedenle beslenme, koruyucu sağlık hizmetinin temelini oluşturuyor ve hastalıktan kaçınmanın birkaç yolundan biri olarak görülüyordu. Celsus, “De Medicina” (Tıp Üzerine) adlı eserinde, vücudun soğutulması gerektiğinde kişinin soğuk su içmesi, uyuması ve asidik yiyecekler tüketmesi gerektiğini yazmıştı. Isınmaya ihtiyacı olan birinin ise tuzlu, acı ve et ağırlıklı yiyecekler yemesi öneriliyordu.
Yemek hazırlığı sahnesi gösteren bir fresk parçası. C: Getty
Kişiselleştirilmiş diyet
Antik çağda beslenme önerileri son derece kişiye özel olarak değerlendirilirdi, diyor Bubb—“ideal diyetin bireye göre uyarlanması gerekir, bu yüzden evrensel bir günlük önerilen miktar kavramı mantıklı olmazdı.” Örneğin, kaslı bir gladyatör gibi bir antik dönem sporcusuna besleyici ve güçlendirici gıdalar—domuz eti veya sığır eti—tavsiye edilirdi. Buna karşılık, gün boyu masa başında çalışan bir antik dönem memuru, muhasebeci ya da büro işlerini yürüten biri için daha hafif yiyecekler, örneğin balık daha uygun görülürdü. Ancak bazı insanlar, antik dönem hekimi Galenos’un belirttiği gibi, sığır etini balıktan daha kolay sindirebiliyordu. Bu kişiler için kurallar farklı olurdu.
Genel olarak, hastalara iki temel ilkeyi takip etmeleri öneriliyordu: mevsimsel beslenmek ve ani değişikliklerden kaçınmak. İlk ilke, yiyeceklerin bulunabilirliği ile ilgili değil (o dönemde herkes mevsimsel besleniyordu), daha çok hava koşullarına uyum sağlamakla ilgiliydi: Yazın hafif ve serinletici yiyecekler (salatalık, marul, çiğ sebzeler) tüketmek; kışın ise bedeni ısıtan, doyurucu yiyecekler (kızartılmış et ve ekmek) tercih etmek öneriliyordu.
Bu yazarların çoğu, günümüzde Akdeniz diyeti olarak adlandırabileceğimiz bir beslenme düzenini takip ediyordu—zeytinyağı, balık, sebzeler ve tahıllar. Ancak, antik dönemde bir kişinin beslenmesi büyük ölçüde sosyoekonomik statüsü tarafından belirleniyordu. ‘Ortalama’ diyetin temeli mercimek, yoğun ve koyu renkli ekmek, garum adı verilen fermente balık sosu, ara sıra tüketilen balık ve iyi bir haftada etten oluşuyordu. Zenginler ise yoğun şekilde baharatlanmış ve özenle hazırlanmış yiyeceklere, çok çeşitli et ve balık türlerine erişebiliyordu—örneğin flamingo dili ve panter eti.
Ani değişikliklere gelince, antik dönem hekimleri bedensel dönüşüm arzusunu anlasalar da, beslenmede radikal değişimlerin hastalıklara yol açabileceğine inanıyordu. Örneğin, bir gecede kış diyetinden yaz diyetine geçmek aşırı bir değişim olarak görülüyordu—bu tıpkı bir hafta hareketsiz bir yaşam sürerken ertesi hafta maraton koşmaya başlamak kadar uç bir durumdu. Celsus uyarıyordu: “Aşırı efordan birdenbire dinlenmeye geçemezsiniz, aynı şekilde uzun süre dinlenme sonrasında doğrudan fiziksel çabaya girişmek de ciddi olumsuz sonuçlara yol açar.” Diocles, “Regimen for Health” (Sağlık Rejimi) adlı eserinde, mevsimler arasında geçiş yaparken ve egzersiz miktarını artırırken bile, bunu kademeli olarak yapmanın ve aşırıya kaçmamaya dikkat etmenin gerektiğini yazıyordu. İlginç bir şekilde, modern araştırmalar da antik dönemdeki bu görüşü destekliyor: Küçük ve aşamalı yaşam tarzı değişiklikleri, büyük ve ani değişikliklerden çok daha etkili ve sürdürülebilir bir iyileştirme sağlıyor.
Diyet savaşları
Günümüzde doktorlar farklı yağ türlerinin besin değerini tartışıyor—avokado ve kuruyemiş gibi ‘iyi yağlar’ önerilirken, kızartılmış yiyecekler ve işlenmiş etler kalp hastalıklarıyla ilişkilendiriliyor. Ancak antik dönemde uzmanlar, örneğin mercimek gibi gıdalar konusunda fikir ayrılığına düşmüşlerdi. Stoacı filozoflar Kıbrıslı Zenon ve Musonius Rufus, mercimeği yüceltiyorlardı. Onlara göre beslenme, ölçülülük ve lüks yabancı yiyeceklerden kaçınmakla ilgiliydi. Antik yazar Plutarkhos “On Keeping Well” adlı eserinde, kimsenin mercimekten oluşan basit bir diyetten fazla uzaklaşmaması gerektiğini savunuyordu, çünkü “daha ucuz şeyler her zaman beden için daha sağlıklıydı.” Ancak Bubb, birçok Romalı doktor için mercimeğin son derece sağlıksız olarak görüldüğünü söylüyor. Dioscorides, “De Materia Medica” (Tıbbi Maddeler) adlı eserinde, “Mercimek düzenli olarak tüketildiğinde, görme bozukluğuna, sindirim sorunlarına, mide ağrısına, gaz oluşumuna ve bağırsaklarda kabızlığa neden oluyor” diye yazmıştı.
Benzer şekilde, lahana pek çok kişi tarafından adeta mucizevi bir şifa kaynağı olarak övülse de, buna katılmayanlar da vardı. Romalı bir devlet adamı ve “De Agricultura” (Tarım Üzerine) adlı eserin yazarı olan Yaşlı Cato, “Lahana, diğer tüm sebzeleri geride bırakan bir sebzedir,” diye yazmıştı. Çiğ veya pişmiş olarak tüketilebilen lahana, üzerine sirke serpilerek yenildiğinde “mideye iyi gelir” ve hatta şifa kaynağı olduğu düşünülen idrar üretimini teşvik ederdi. Bir partiden önce tüketildiğinde, fazla yemekten kaynaklanan hazımsızlığı ve ertesi gün yaşanabilecek baş ağrısını önlemeye yardımcı olurdu. Sadece bedeni arındırmakla kalmaz, zihni de berraklaştırırdı.
Üç yüzyıl sonra yazan Galenos—şüphesiz daha yetkin bir hekim olarak—bu görüşe katılmıyordu. Lahananın arındırıcı özelliklerini kabul etse de, “On the Properties of Foodstuffs” (Yiyeceklerin Özellikleri Üzerine) adlı eserinde “Marul gibi sağlıklı bir yiyecek olmaktan çok uzaktır; zararlı ve kötü kokulu bir suyu vardır,” diye yazmıştı.
Oruç ve sağlıklı yağlar
Antik beslenme önerilerinin bazı yönleri, modern yaşam tarzı trendleri ve felsefeleriyle şaşırtıcı derecede uyumlu. Bubb’ın belirttiğine göre, MÖ 5. yüzyıl gibi erken bir dönemde Hippokrat yazıları, insanlara “aralıklı oruç yapmayı” (günde tek öğün yaygındı), “farklı aktivitelerle çapraz antrenman yapmayı” (yelken açmak, avlanmak, çeşitli zeminlerde yürüyüş yapmak) ve “yüksek yağlı bir diyet uygulamayı” (tereyağı, koyun peyniri ve zeytinyağını düşünün) öneriyordu. Hippokrat, “Yemekler yüksek oranda yağ içermeli, böylece [diyet yapan kişi] en küçük miktarda bile doygunluk hisseder,” diye yazmıştı. Günümüzde bilim insanları, kontrollü bir ortamda yağın tokluk hissi üzerinde etkili olduğunu kabul ediyor.
Yine de, tüm tavsiyeler günümüz sağlık bilincine sahip bireyleri için pratik veya güvenli görünmeyebilir. Antik dönemde sınırlı tıbbi tedavi seçenekleri nedeniyle Hippokrat hekimleri düzenli olarak vücudu arındırmayı tavsiye ediyor ve her yaş grubuna—suyla seyreltilmiş olsa da—şarap içmelerini öneriyordu. Sağlığı koruma amacıyla reçete edilen uzun süreli banyo ve masaj seansları oldukça cazip görünse de, modern çalışma saatlerini sürdürmek açısından pek de uygun olmazdı.
Ve sonra sıra ilginç önerilere geliyor. Antik Akdeniz dünyasında neredeyse evrensel bir ilaç olarak görülen lahanaya duyulan takıntı oldukça zararsız görünüyor. Ancak Bubb, bazı antik tıbbi görüşlerin daha tartışmalı olduğunu belirtiyor—örneğin “çürüyen fesleğenin kendiliğinden akrep ürettiği, çok fazla incir yemenin bitlenmeye neden olduğu, meyvenin genel olarak sağlığa zararlı olduğu—veya çıplak dolaşmanın iyi bir kilo verme yöntemi olduğu” gibi.
National Geographic. 16 Mayıs 2025.
Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >