Blog

Mar29

Dünyanın İlk Metropollerinden Ortaya Çıkan Bilgiler

Kategori: Arkeoloji ve Sanat Haberleri  |  Yorum: 0 yorum

etiketler  BabilMegiddoMezopotamyaNinovaUrUruk



Dünyanın İlk Metropollerinden Ortaya Çıkan Bilgiler

Uruk, Ur, Megiddo, Babil ve Ninova; saraylar, tapınaklar, pazarlar ve incir şarabı sunan tavernalarla gelişen, gezegenin ilk büyük şehir merkezleri arasında yükseldiler.

Begüm Bozoğlu - www.arkeofili.com

Bir zamanlar krallara ev sahipliği yapan ve gündelik hayatla uğuldayan, uzun zaman önce yok olmuş şehirlerin gömülmüş harikaları, günümüz arkeolojisi sayesinde yeniden keşfediliyor.


İsrail’deki Tel Megiddo, ticaret ve savaşın kavşağındaki antik Megiddo kentinin ana hatlarına sahip. (C: Greg Girard, National Geographic Image Collection)

Uruk, Ur, Megiddo, Babil ve Ninova; saraylar, tapınaklar, pazarlar ve incir şarabı sunan tavernalarla gelişen, gezegenin ilk büyük şehir merkezleri arasında yükseldiler. Bir zamanların bu büyük medeniyetlerinden geriye çok az şey kalmış olsa da, modern arkeoloji, bir zamanlar orada yaşayan sakinleriyle ilgili büyüleyici hikayeleri bir araya getirerek, onların parçalanmış geçmişlerinin parçalarını ortaya çıkarıyor.

Spoiler: Bu hikayeler arasında diş plağı, uyku iksiri ve kıyamet savaşı yer alıyor.

Uruk: Yazının beşiği

“O bir firavun faresinin pis kokusu. . . kendini önemli yapan abayı yakmış bir adam.”Hayır, bu düşük bütçeli bir filmden bir diyalog değil. Güney Mezopotamya’da (bugünkü Irak Samava yakınlarında) bilinen en eski uygarlık olan Sümerlerin ana şehri olan Uruk’ta, arkeologların kil tabletlere kazınmış olarak keşfettiği birçokyazışmaparçasından biri.

Çivi yazısı dünyanın bilinen ilk yazı sistemi. (C: Cpa Media Pte Ltd/Alamy Stock Photo)

MÖ 4. binyıl civarında aktif olan şehir, MÖ 3. binyıl civarında doruk noktasına ulaştı. Zanaatkar, yönetici ve rahip olarak çalışan yaklaşık 40.000 kişi surlarla çevrili şehirde yaşıyordu. Rahipler ve yazıcılar tarafından keskin kenarlı şekiller ve sembollerle yazılmış kil tabletler, oluşturulduğu kama şeklindekiizlernedeniyle, çivi yazısı adı verilen dünyanın bilinen ilk yazı sistemini içeriyor.

Antik Uruk’ta, muhtemelen tanrı Anu’ya adanmış bir tapınak, bir zamanlar şehrin yukarısında yükseliyordu. (C: Nico Tondini / robertharding.com)

Arkeologlar dikkatlerini Sümer gök tanrısı Anu’ya ve Sümer doğurganlık ve savaş tanrıçası İnanna’ya adanmış iki kutsal bölgeye odakladılar. Bazı tapınakların, rahiplerin tapınağın tanrısına adaklar sunduğu, tuğladan inşa edilmiş devasa basamaklı kuleler olan zigurat şeklini aldığını belirlediler. Binlerce isimsiz işçi, bu yapıları inşa etmek için yıllarca ağır iş gücü harcadı ve günlük varoluşlarına dair çok az şeyi geride bıraktı.

Ur: Refah içerisindeki liman

Uruk’un gücü MÖ 3. binyılın sonlarında zayıflarken, başka bir antik Mezopotamya şehri hakimiyet kazandı. Uruk’un güneyinde, Dicle ve Fırat Nehirlerinin Basra Körfezi’ne döküldüğü yerde Ur (günümüzde Irak’taki Tell el-Muqayyar), MÖ 4. binyılda kuruldu.

Bugün kısmen yeniden inşa edilen Büyük Ur Ziguratı, bir zamanlar ay tanrısı Nanna’ya adanmıştı. (C: Asaad Niazi/Getty Images)

MÖ 2.000 yılına gelindiğinde, diğer Mezopotamya şehirlerinde görülmeyen bir zenginlik düzeyine sahip olan yaklaşık 60.000 kişinin yaşadığı varlıklı bir liman haline geldi. Pazarları, Akdeniz’den Basra Körfezi’ne ve Hindistan’a kadar tüm antik dünyanın ticaretini kendisine çekti.Sümerlerde güç merkezinin el değiştirdiği dönemler olduama en parlak döneminde Ur, hükümdarların ve güçlü rahiplerin evi olan imparatorluğun merkeziydi. Yüzyıllar boyunca gözlerden kaybolan Ur,esas olarak İncil’deki İbrahim’in doğum yeri olarak hatırlanıyor.

Sir Leonard Woolley bir Mezopotamya heykelciği ortaya çıkarıyor. (C: The Trustees of The British Museum)

19. yüzyılda İngiliz arkeolog Leonard Woolley, lapis lazuli saplı altın bir hançer, oyun tahtaları ve altından dövülmüş bir miğfer dahil olmak üzere muhteşem eserlerle dolu bir ziguratın yakınında yüzlerce mezar keşfetti. Ayrıca erken dönem kraliçesi Puabi de dahil olmak üzere kraliyet ailesinin mezar yerlerini ortaya çıkardı. Müzik aletleri, arabaları ve silahlarıyla düzgün bir şekilde düzenlenmiş, Puabi ile birlikte daha birçok insan gömülmüştü. Bunlar hizmetkarlar, savaşçılar ve yöneticileriyle birlikte kurban edilen ve gömülen diğer insanlardı. Büyük bir çukurda altı silahlı muhafız ve 68 hizmetkar kadın vardı – içlerinden birinin aldığı uyku iksiri onu yeraltı dünyasına götürmeden önce saçında hâlâ gümüş bir kurdele vardı.

Ur’daki Kraliyet Mezarlığı’nda bulunan bu altın ve lapis lazuli ile yapılmış detaylı boğa başı da dahil olmak üzere birçok muhteşem Sümer eseri gün ışığına çıkarıldı. (C: Penn Müzesi, Object No. B17694)

Megiddo: Savaş alanları

İsrail’de bugünkü Hayfa yakınlarındaki Megiddo, MÖ 6.000’den MÖ 500’e kadar gelişti, akabinde geriledi ve yeniden gelişerek MS 1600 civarında doruk noktasına ulaştı. O zamanlar, Mezopotamya, Mısır ve Anadolu’yu birbirine bağlayan ticaret ve askeri yolların hayati kavşağında yer alan surlarla çevrili etkileyici bir şehirdi. Arkeologlar, lüks sarayların, devasa surların ve özel konutlarla iç içe geçmiş kutsal yapıların kalıntılarını keşfettiler.

Büyük kıyamet savaşının bir tasvirinde iyinin güçleri kötünün güçleriyle karşı karşıya geliyor. (C: Christopher Wood Gallery, London, UK/Bridgeman Images)

Bir sarayın altında altın ve lacivert taşından mücevherler, fildişinden plakalar, mobilyalar ve altın kaplardan oluşan bir buluntu grubu açığa çıkarıldı. Başka bir mezarda, aralarında altın ve gümüş takılarla süslenmiş bir çocuk, kadın ve erkeğin de bulunduğu insan kalıntıları ortaya çıkarıldı.

Alanda, kentin gündelik insanlarına dair içgörüler sunan modern genetik tekniklerin kullanıldığı kazılar devam ediyor. Bölgedeki insan kalıntılarını inceleyen bilim insanları, fosilleşmiş diş plağı kişinin diyetinin kalıntılarını içerdiği için, bölge sakinlerinin dişlerini iyice temizlemedikleri için minnettarlar. Üst sınıf insanların yerel tahıl ve meyvelerin yanı sıra susam, soya fasulyesi, zerdeçal ve hatta muz gibi bölge dışından gelen önemli lezzetleri de yedikleri keşfedildi.

Megiddo’nun kalıntıları İsrail’in Esdraelon Ovası’na (Emir Vadisi) bakıyor. (C: Zoonar RF/Istock/Getty Images)

Ancak Megiddo aynı zamanda uzun tarihi boyunca sayısız savaşa sahne olan, savaşan bir şehirdi. III. Thutmose komutasındaki Mısırlıların Kenan ülkesini ele geçirdikleri, tarihin kaydedilen ilk savaşı olan Megiddo Muharebesi, MÖ 15. yüzyılda burada yaşandı. Belki de bu tarih yüzünden Vahiy Kitabı, Megiddo’yu iyi ve kötü arasında gerçekleşeğine inanılan gelecekteki kıyamet savaşının yeri olarak adlandırıyor – Armageddon, “Megiddo tepesi” anlamına geliyor.

Babil: Yapı bolluğu

Fırat Nehri’nden görüldüğü gibi Marduk tapınak kompleksini ve Etemenanki’yi gösteren, MÖ 550 civarındaki Babil’in dijital bir rekonstrüksiyonu. (C: Alamy)

Eski Mezopotamya’da Dicle ve Fırat Nehirleri boyunca yeşeren onca şehirden hiçbiri Babil’den daha görkemli değildi. Bugünkü Bağdat’ın güneyinde yer alan şehir, MÖ 1595’te Hititlerin eline geçmeden önce MÖ 2. binyılın başlarında gelişmişti. MÖ 7. yüzyılın sonlarına doğru, hükümdar II. Nebukadnezar altında bir kez daha bölgenin baskın şehir devleti oldu.

Başarılı bir askeri lider olan Nebukadnezar, aynı zamanda mimari eserlere ağırlık veren biriydi. 40 yılı aşkın hükümdarlığı sırasında, Babil’in surlarla çevrili şehri yaklaşık 7,5 km²’den fazla bir alana yayıldı. Muhteşem İştar Kapısı şehrin girişlerinden birini çevreliyordu. 11 metreden yüksek, mavi ve altın sırlı çinileri simetrik bir dizi fantastik yaratık tasviri içeriyordu (günümüzde Berlin’deki Pergamon Müzesi’nde sergileniyorlar). Kapıdan uzaklaşıldığında, Nebukadnezar’ın sarayının ve bir dizi tapınağın yanından geçen düz bir alay yolu vardı – bunlardan biri, Etemenanki, İncil’deki Babil Kulesi hikayesinin ortaya çıkmasına neden olmuş olabilir.

Görkemli İştar Kapısı bir zamanlar Babil şehir girişlerinden birini çerçeveliyordu. Günümüzde Berlin’deki Pergamon Müzesi’nde restore edilmiş şekilde sergileniyor. (C: Alamy)

II. Nebukadnezar’ın ölümünden sonraki bir nesil içinde Babil, Pers lideri Büyük Kiros’un eline geçti. Yine de şehir, Babil’i başkent yapmayı planlayan ancak bunun yerine MÖ 323’te orada ölen Büyük İskender’in zamanı boyunca ihtişamını korudu.

Ninova: Bahçelerin şehri

Dicle’nin doğu kıyısında yer alan (ve günümüzde Irak’ın Musul şehri tarafından çevrelenmiş olan) Ninova, ticaret yollarının ve verimli tarlaların ortasında yer alıyordu ve bir şekilde binlerce yıldır varlığını sürdürdü. Orada bulunan MÖ 3. binyıldan kalma ünlü bir bronz heykel başı, Akkad Kralı Sargon’u tasvir ediyor olabilir. Şehir, Asur kralı Sanherib döneminde MÖ 700 civarında doruğa ulaşmıştı.8 km²’lik bir alanda saraylar, tapınaklar, pazarlar ve kanallar, çift surlar içerisinde gelişmişti. Sakinleri, tapınaklarda İştar (İnanna) gibi tanrı ve tanrıçalara tapıyorlardı.

Ninova sarayının duvarlarında hançerlerle savaşan insan ve hayvan figürleri. (C: Getty)

Antik Dünyanın Yedi Harikasından biri olan Babil’in ünlü Asma Bahçeleri, Ninova’da yer almış olabilir. Bazı akademisyenler, bu bahçelerin büyük Assur başkentini süslediğine inanıyor; ustaca bir su yolları sistemiyle beslenen bir kraliyet yeşil alanının kalıntıları, bir zamanların muhteşem botanik zevkine işaret ediyor.

Arkeologlar, Asur kralı II. Sargon döneminde inşa edilen kanalları kazıyorlar. Kanalların, güneydeki Ninova sakinlerini besleyen tarlaları sulamış olması muhtemel. (C: Alberto Savioli)

Tüccarlar ve zanaatkarlar şehir dışından kumaş, bronz işleri, baharatlar ve şaraplar getirip satarken, tavernalarda yerel olarak yapılan incir birası servis edilirdi. Kraliyet zümresi, şehrin dışındaki yarış alanlarında arabalarıyla aslan avlardı. Daha sonraki hükümdar Asurbanipal, Gılgamış Destanı da dahil olmak üzere yasal belgeler, mitler, tarih kayıtları ve masallardan oluşan yaklaşık 30.000 tablet ve levhadan oluşan bir kütüphane kurdu.

Ninova Savaşı MS 627’de Doğu Roma İmparatorluğu ile 7. ve 8. yüzyıllardaki Müslüman hakimiyetinden önceki son İran imparatorluğu olan Sasaniler arasında gerçekleşti.

Londra’daki British Museum’da bir ziyaretçi, Ninova’nın Asurbanipal tarafından kurulan büyük kütüphanesinden alınan kil tabletleri fotoğraflıyor. (C: Russell Boyce/Reuters/Alamy Stock Photo)

Arap kontrolü altındaki Ninova ise idari bir merkez haline geldi, ancak düşüşe geçerek 13. yüzyılda harabeye döndü.

Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >

Yazıya Yorum Ekleyin

* Takma ad kullanabilirsiniz

* Yorumunuzda görülmeyecektir

 Evet   Hayır* Her defasında yeniden girmemeniz için