Blog

Tem30

Estonyalılar, Finler ve Macarların Ataları Sibirya’da Yaşıyordu

Kategori: Arkeoloji ve Sanat Haberleri  |  Yorum: 0 yorum

etiketler  AltayAntik DNADilEstonyaFinlandiyaMacaristanSibiryaUralYmyyakhtakh



Estonyalılar, Finler ve Macarların Ataları Sibirya’da Yaşıyordu

Ural dilleri, 20’den fazla dili kapsayan bir dil ailesi ve milyonlarca kişi tarafından konuşuluyor. Bunların en yaygın olanları Estonca, Fince ve Macarca.

 

www.arkeofili.com

 

Eski Sibirya halklarının genomları, günümüzde Estonya, Finlandiya ve Macaristan’da yaşayan insanlarla genetik bağlar ortaya koyuyor.

 

Finlandiya’nın yerlisi olan Sami halkı, Ural dillerini konuşuyor. C: Wikimedia Commons

Antik genomlara dair yeni bir çalışma, günümüzde Macarca, Fince ve Estonca konuşan kişilerin önemli ölçüde Sibirya kökenli olduğunu ortaya koydu. Bu köklerin, yaklaşık 4.500 yıl önce Orta ve Doğu Asya’daki Altay Dağları’nın orman bozkırlarında yaşayan bir halktan batıya doğru yayıldığı düşünülüyor.

Antik DNA, bu grubun ata soyunun babalar üzerinden sürdüğünü, yani patrilineal (babasoylu) bir şekilde organize olduğunu da gösterdi.

Ancak antik DNA, bir topluluğun zaman içinde nereye göç ettiğini gösterebilse de, genetik verilerle dil takibi yapmak oldukça zor. Bu nedenle uzmanlar, çalışmanın sonuçlarının bu dilleri konuşan topluluklar ile antik DNA örüntüsü arasında kesin bir bağ kurmadığına dikkat çekiyor.

Sibirya’dan Göç

Nature dergisinde yayımlanan çalışmada, araştırmacılar, Mezolitik Dönem ile Tunç Çağı arasında (yaklaşık 11.000 ila 4.000 yıl önce) Kuzey Avrasya’da yaşamış 180 bireyin genetik verilerini analiz etti. Bu bireyleri daha önce analiz edilmiş 1.300’den fazla eski insandan oluşan bir veri tabanına eklediler ve bu genomları günümüz insanlarınınkiyle karşılaştırdılar. En çarpıcı bulgu, Geç Neolitik ile Erken Tunç Çağı arasına (yaklaşık 4.500 ila 3.200 yıl önce) tarihlenen genomlardan geldi.

Araştırmacılar, “Yakutia_LNBA” (Geç Neolitik-Erken Tunç Çağı Yakutya) adını verdikleri DNA örüntüsüne sahip eski insanların coğrafi konumlarının, “tartışmasız biçimde, eski ve günümüz Ural dilleri konuşan topluluklarla ilişkili olduğunu” belirtiyor.

Ural dilleri, 20’den fazla dili kapsayan bir dil ailesi ve milyonlarca kişi tarafından konuşuluyor. Bunların en yaygın olanları Estonca, Fince ve Macarca. Dilbilimciler, bu üç büyük Ural diline özel ilgi gösteriyor çünkü bu diller, çevrelerindeki Hint-Avrupa dillerinden oldukça farklı.

Harvard Üniversitesi’nde insan evrimi biyolojisi alanında yüksek lisans öğrencisi ve çalışmanın baş yazarı Tian Chen Zeng, “Hint-Avrupa dilleri konuşan komşu topluluklar genellikle Yakutia_LNBA atalarına veya başka türde bir Doğu Asya atalarına sahip değil. Yakutia_LNBA atası, neredeyse tüm geçmiş ve günümüz Ural dilleri konuşan toplulukların genetik yapısında görülen tek Doğu Asya kökenli bileşen” diyor.

Araştırmacılar, Yakutia_LNBA grubuna ait DNA’yı, 4.500 ila 3.200 yıl önce Sibirya’da yaşamış insanların kemiklerinde tespit etti. Bu kişiler, çömlek teknolojisine, tunç nesnelere ve taş ile kemikten yapılmış ok uçlarına sahip olan antik Ymyyakhtakh kültürüne ait olabilirler.

Arkeologlar daha önce, Ymyyakhtakh çömleklerinin yaklaşık 4.000 yıl önce günümüz Rusya, Moğolistan, Kazakistan ve Çin’in kesiştiği noktaya yakın Altay-Sayan bölgesindeki orman bozkırlarına kadar yayıldığını tespit etmişti. Araştırmacılar, Yakutia_LNBA DNA örüntüsünün bu nedenle tarihöncesi Ural dilleri konuşan kültürlerle bağlantılı olabileceğini öne sürüyor.

Zeng, “Bunun basit bir yorumu, Yakutia_LNBA soyunun Ural dilleriyle birlikte doğudan batıya doğru yayılmış olması” diyor.

Araştırmacılar, “Yakutia_LNBA, erken dönem Ural dili konuşan toplulukların yayılımını izlemek için mükemmel bir izleyici görevi görebilir” ifadesini kullanıyor.

Bilim insanları ayrıca, antik DNA’daki Y kromozomu desenlerine dayanarak, bu grubun patrilineal yani ata soyunun babalar üzerinden sürdüğüne dair izler taşıdığını da buldu.

Dilleri Takip Etmenin Zorlukları

Ancak genetik ile dil arasında bağ kurmak, özellikle geçmişe dönük olarak, kanıtlanması zor bir görev.

Avustralya Ulusal Üniversitesi’nden ve çalışmaya dahil olmayan arkeolog Catherine Frieman, “Bir kişinin genetik yapısı, hangi dilleri konuşabileceğine ya da hangisini ana dili olarak kabul ettiğine dair bilgi vermez” diyor.

İnsanların karmaşık şekillerde iletişim kurduğunu belirten Frieman, “Dil aileleri arasında bile çok dillilik, dilin yayılımını ve değişimini şekillendirmiş veya etkilemiş olabilir. Bunu göz önünde bulundurmamız gerek” diyor.

Araştırmacılar çalışmalarında çok dilliliğe doğrudan değinmemiş olsalar da, Zeng şunları söylüyor: “Eski toplulukların çok dilli olması son derece olası.” Ancak “kapsamlı bir dil değişimi, muhtemelen göç yoluyla —ya da en azından belirli bir bölgede kayda değer sayıda yeni dil konuşan bireyin entegre olmasıyla— gerçekleşmiş olmalı; bu da genetik olarak bazı izler bırakması muhtemel bir durum”.

Yine de Frieman, geçmişte yaşayan insanların hayatlarını anlamaya çalışırken, genetik kümelerle belirli bir dili veya dil ailesini eşleştirme konusunda dikkatli olunması gerektiği konusunda uyarıyor.

Çalışma her ne kadar “Doğu Avrasya’ya ait antik DNA’ya odaklanan ilginç ve memnuniyet verici bir katkı” sunsa da, Frieman’a göre bu makale temelde “nüfus genomiğine dair soruları yanıtlamak amacıyla tasarlanmış” dil konusuna değil.


Live Science. 27 Temmuz 2025.

Makale: Zeng, T.C., Vyazov, L.A., Kim, A. et al. (2025). 

 

Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >

Yazıya Yorum Ekleyin

* Takma ad kullanabilirsiniz

* Yorumunuzda görülmeyecektir

 Evet   Hayır* Her defasında yeniden girmemeniz için