Blog
Mualla Erkurt, 360 Derece Tarih Araştırmaları'nın deneysel arkeoloji projelerini anlattı

Binlerce yıl önce yaşayan denizcilerin teknelerinin aynısını yapıp, aynı rotada, daha önemlisi onlarla aynı şartlarda seyahat edecek, rüzgar arkadan esmediğinde kürek çekecek, dönemi daha iyi anlayacaklardı.
www.arkeolojikhaber.com
360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği’nin Başkanı Mualla Erkurt ile ilginç çalışmalarını, seyahatlerini ve gelecekte planladıkları projelerini anlattı.
Deniz sevdalısı, bir o kadar da yürekli arkeologlar, tarihçiler, mühendisler, tekne sahipleri bir araya gelip, geçmişe dönmeye karar verdiğinde, takvimler 2004 yılını gösteriyordu. Tıpkı laboratuvarda yapılan fizik, kimya deneyleri gibi denizde deneysel arkeoloji yapacaklardı. Binlerce yıl önce yaşayan denizcilerin teknelerinin aynısını yapıp, aynı rotada, daha önemlisi onlarla aynı şartlarda seyahat edecek, rüzgar arkadan esmediğinde kürek çekecek, dönemi daha iyi anlayacaklardı.
Azimleri, sevdaları henüz tanınmadığından, onlara çok normal olana başkalarını inandırmak uzun sürdüğü için bu hayallerine kavuşmaları kolay olmadı. İlk projelerini gerçekleştirmek için, tıpkı derneğin deniz gözlü başkanı Mualla Erkurt gibi evini satıp projeye harcamak zorunda kalanlar oldu. Ancak projelerine inançları onların yolunu açtı, en ilkel su taşıtı olan saz demetlerinden yapılmış saldan, Milattan Önce 14. Yüzyıla tarihlenen Uluburun teknesine, Marsilya’da koloni kuran Foçalıların (Phokaia) kullandığı Kibele’nin kopyasına kadar atalarının kullandığı tekneleri yapıp, aynı rotayı, aynı şartlarda deneyimlediler.
Tüm bilimlerin deneyi olması gerektiğini savunarak deneysel deniz arkeolojisi çalışmalarıyla dünyanın ilgisini çeken, çok sayıda sempozyuma davet edilen, konferanslar veren, ödüller alan 360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği’nin Başkanı Mualla Erkurt, odatv.com'dam Berrin Tuncel Birer'in sorularını yanıtladı.
360 Derece Tarih Araştırmaları'nda kimler var?
Hepimizin deniz kökeni var. Deniz sevdalısı insanlarız biz. Hepimizin küçükken kayıkları vardı. Sonra tekne alındı falan. Ben teknik ressamım ama tarih, arkeoloji tarımı, her şeyi merak ediyorum. Dünyayı merak ediyorum. Bilmeye çalışan, merak eden insanlarla beraberiz.
Öyle arkadaşlarla bu derneği kurduk. Amacımız deniz arkeolojisi ile ilgili projeler yapmak. Yani bu kadar önemli denizlere, geçmişe sahipsek, o zaman bu denizle ilgili bilgileri de insanlara anlatmamız lazım. Çok güzel kara kazılarımız var ama denizde hiçbir şey yapılmıyor.
Deniz arkeolojisi bizim çalışma başlığımız. Bir de onun en önemli alt başlığı deneysel arkeoloji. Fiziğin, kimyanın olduğu gibi bütün bilimlerin deneyi olması gerekiyor. Arkeoloji de bunlardan biri. Mesela Mısır'dan bahsediyoruz. Bu taşları nasıl üst üste koyuyorlardı? Bir sürü akıl yürütüyoruz, ama bir de deneylersek neyin doğru olduğunu görmüş oluyoruz. Mesela antik dönemde bir gemi nasıl yapılıyordu? Hangi malzemeler kullanılıyordu? Hangi rotada yolculuk yapılıyordu? Yelkenleri nasıldı? Kürekleri nasıldı? Denizciler nasıldı? Kaç kişi kullanıyordu bu tekneyi? Ne yiyorlardı teknede? Su yok, balık tutmak da kolay değil öyle. Balık tutup yiyorlar da denir. Yok öyle bir şey. Mesela biz şöyle bilgilerle büyüdük. ‘Teknelerin yelkenlerini açıp gidiyorlardı, akşam olunca da teknelerini karaya çekiyorlardı.’ Yani 30 ton bir tekne her gün karaya çekilemez.
Ve biz deneyledik, gördük bunu. Bugünkü gibi Latin yelken kullanılmıyor o zamanlarda. Kara yelken kullanılıyor ve sadece arkadan esen rüzgarla gidiyor. Yani şimdi şu rüzgarda o antik dönem tekneleri buradan hiçbir yere gidemez.
Rüzgarları biliyorlardı, mevsimleri bekliyorlardı, hiçbir şeyi tesadüfen yapmıyorlardı. Bunları da oturduğunuz yerden bilemiyorsunuz. Denerseniz görüyorsunuz. Bu yüzden deneysel arkeoloji projeleri yapıyoruz.
- Bugüne dek neler yaptınız?
Dünyanın bilinen en eski batıklarından biri Uluburun, Kaş’ta bulundu. İçinde 10 ton bakır, 1 ton kalay var. Uluburun bulunduğunda büyük bir ticaret ağı olduğunu öğrendik Akdeniz'de. Bir sürü medeniyetin olduğunu öğrendik. Onlara ait eserler çıktı içinden. İşte o gemi nasıl yapılabildi diye düşündük. 2004 yılında hemen Uluburun gemisinin replikasını (kopyasını) yapmaya başladık. Teksas Üniversitesi’nden Cemal Pulak bize bütün bilgileri gönderdi. Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'nde de bize geminin bütün parçalarını gösterdiler. Bütün bilgileri aktardılar. Sonra gemi mühendisleriyle oturduk. Duvar resimlerinden bakarak bu gemi nasıl olabilirdi diye bütün çizimlerini, planlarını tekrar yaptık. Ve işte onunla ilk yolculuğumuzu, 2005 yılı Mart ayında yaptık. Urla'dan yola çıkıp, İstanbul'a gittik.
O deneylemeyi yapmaya başladık. O antik dönem gemilerini tekrardan yapıp onlarla antik rotalarda yolculuklar yapmak amacımız. Ve mümkün olduğu kadar da o günün şartlarında yaşıyoruz içinde. Mesela hiçbir teknemizde makine yok. Tamamen yelkenle hareket eden gemiler bunlar. Tuvalet yok, yatacak yer yok.
-Tuvaletinizi nereye yapıyor, nerede yatıyordunuz?
Hepimizin birer kovası var. Küçük bir bölme var, orada yapılıyor, Bakmıyoruz birbirimize. Sadece ‘Biraz arkana döner misin’ diyoruz. O kovayı denize döküyoruz. Denize dökerken rüzgârı çok iyi hesaplamanız lazım. Yoksa kazalar olabiliyor.
Tahtaların üzerinde yatıyoruz. Mesela mutfak da yok. Bir tane büyük tenceremiz var. Sürekli daha çok makarna türü şeyler yeniyor. Anında yapıyoruz her şeyi çünkü buzdolabı yok, hiçbir şeyi koruyamıyoruz. Alışverişlerimizi günlük yapıyoruz.
-Yolculuk kaç gün sürdü Urla’dan İstanbul'a?
İstanbul'a 12 günde gittik. Çünkü rüzgar beklemek zorunda kalıyoruz mutlaka her havada gidemediğimiz için. Uluburun gemisinin antik rotasında bir yolculuk yapmaktı amacımız. Onun için Marmaris'e gittik oradan. Marmaris'ten Rodos'a geçtik. Doğu Akdeniz'in tam açık deniz rotasıdır o. Onun da altına indik ki hiç kara görmeyelim. Çünkü kara görmeden İskenderiye'den alıyor yükünü, Girit'e götürüyor. Bizim de aynı yolculuğu yapmamız lazımdı. Antik dönemde pusula, harita hiçbir şey yok.
-Nasıl buldunuz yolunuzu?
Güneş pusulası yaptık. Dalgaların yönü, rüzgârın yönünü kullandık, su saatleri yaptık. Bir sürü böyle antik navigasyon aletleriyle ama tabii normal navigasyon, harita pusula, her şey vardı yanımızda. GPS'imiz bile. Ama ilkel aletleri kullandık. Kıbrıs’ı bulmaya çalıştık Rodos’tan. Ve gerçekten de çok kolay bulduk. Kıbrıs'ta bizi çok güzel karşıladılar bizi. Orada telefonumuz çaldı. Almanya Bochum’da bir maden müzesi var. Doğu Akdeniz'de maden ticareti denince Uluburun gemisi çok önemli. Biz bunu canlandırıp böyle bir yolculuk yapınca çok ilgisini çekmiş onların. ‘Aman ne olur beraber yapalım bu sergiyi. Bizim partnerimiz olur musunuz’ dediler.
Hemen bütün fotoğraflarımızı, bilgilerimizi, deneylerimizi onlara yolladık. Bir sene sonra, 2006 Ekim ayında açıldı sergi. 9 ay sürdü, 500 bin kişi gezdi sergiyi. Hem Türkiye'nin hem bizim projemizin çok güzel bir tanıtımı oldu.
-Gemide kaç kişiydiniz?
16 kişiydik. Çok çok eğlenceli, çok güzel bir yolculuktu.
-Her işten anlayan birileri vardı herhalde…
Evet. Her meslekten insan var. Ama her şeyden önce meraklı insan olmanız gerekiyor bu iş için. Bilmeniz de önemli değil. Bilmeye çalışmak çok çok önemli.
-Yolculuğa dayanamayan oldu mu?
Hayır, hiç kimse olmadı. İlk yolculuğumuzda beş kadındık. Mesela Kibele ile Marsilya'ya giderken yedi kadındık. 25 kişiydik orada, çünkü o daha büyük bir tekneydi. 3 bin deniz mili yol yaptık o tekneyle.
-Teknenin kürekleri var. Kürek de çektiniz mi?
Tabii, çok durgun havalarda. Rüzgar olunca yelken ile gidiliyor, ama limana girerken, hava sakin olduğunda kürek de çekiliyor. 20 tane küreği var geminin. 54 günde Marsilya'ya gittik.
-İzmir’e özel projeniz de olmuş…
Kent Arşivi’nde İzmir Kayığı diye bir kayığa rastladık. İzmir’de hayatın içinde olan çok şık kayıklar bunlar. Bu kayıklardan 14 tane yapıldı. Dokuz Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi'nde çok kısa bir sürede yüzlerce insana bedava yelken ve kürek kursları verildi bu kayıklarla. Üniversite yat dostluk yarışları yapıldı. Bir tanesini Rahmi Koç Müzesi'ne götürdük, bir sene kadar İzmir'in bir deniz değeri diye sergilendi. Daha sonra Marmaris'te 2005’te yapılan uluslararası denizcilik festivaline götürdük.
Büyükşehir Belediyesi’nde iş bilmez bazı kişilerin girişimi ile proje sekteye uğradı. Çok üzüldük. Foça Marsilya Projesiyle Fransa'ya giderken bir tane İzmir Kayığı yapıp Marsilya’ya hediye ettik. Adı Kordelya, yani Karşıyaka. Karşıyaka şimdi Marsilya’da geziyor. Arada bize fotoğraf gönderiyorlar.
-Kim finanse ediyor bu kadar projeyi?
Mesela İzmir Kayığını Büyükşehir Belediyesi karşıladı. Başkan Aziz Kocaoğlu'ydu. Şimdi sponsorları kolay buluyoruz. Biz de katılıyoruz. Sağ olsun bütün arkadaşlarımız hemen elini cebine atar. Ama ilk başlarken bizi kimse tanımıyordu. Biz evimizi satıp Uluburun'u yaptık burada.
-Foça Projeniz de önemli…
Perslerin istilasıyla bütün İyonya bugünkü Akdeniz'e göçüyor. Ve Foçalılar da gidip Marsilya'yı kuruyorlar. Biz de bu tarihi olayı canlandıralım tekrar dedik. O dönemde İyonyalıların kullandığı geminin kopyasını yaptık. Fransa'ya gittik, geldik o tekneyle. Yunanistan, İtalya, Fransa, 22 tane limana uğradık. Çok güzel karşılama törenleri yapıldı, röportajlar yaptık, televizyon programları, davetler. İnanılmaz, harika bir tanıtım oldu aslında. Onlar zaten Foçalılara müthiş önem veriyorlar.
Marsilya'da çok güzel karşılandık halk tarafından. Ama resmi makamlar pek sevmediler bizi. Biliyorsunuz bizim 1071 tarihimiz. Ama yani şu an 11 bin yıllık Göbeklitepe var. Daha da eskileri çıkıyor. İyonya da günümüzden 2 bin 400 yıl önce burada. Ama biz onlara sahip çıkmayınca, başkaları sahip çıkıyor tabii.
Tarih Avrupa'da, Amerika'da Helen'le başlayan bir şeymiş gibi anlatılıyor. Şimdi biz bu tekneyi yapıp Türk bayrağıyla yola çıkınca, yer yerinden oynadı. Yunanlılar bu işe çok bozuldular. Tarih hırsızı dediler bize. ‘Tarihi mi değiştirmeye çalışıyor Türkler’ dediler ama biz, ‘İyonya Anadolu toprakları o zaman Helen bile yok’ dedik. Yani günümüzden 2 bin 400 yıl önceden bahsediyoruz.
Biz o bıraktığımız yerleri geri almaya çalışıyoruz. Helen’e de karşı değiliz. Hepimiz bu dünyanın insanıyız. Hepimizin bir geçmişi var, ama herkes de yerini bilsin. Yani ben bıraktım diye sen de doldurma orayı. Orada bir anlaşalım hep birlikte. Bu konuda da çok çabalarımız oluyor. Çok güzel sonuçlar aldık. Artık uluslararası sempozyumlarda Anadolu'nun lafı daha çok geçiyor.
Biz bu toprakların değerlerine her anlamda sahip çıkılmasını istiyoruz. Ve çocuklarımızın özellikle bunları bilip bu değerlere sahip çıkmasını istiyoruz. Ki buraya her sene binlerce çocuk geliyor Kent Konseyi üzerinden.
-At başlı tekneniz var bir de…
O, Fenike Teknesi. 2019 Kasım ayında bitirdik. Fenikeler İspanya'da çok bilinen bir uygarlık. Çok tüccarlar. Çok denizciler. 2020 baharında İspanya'ya gidecektik onunla. Pandemi başladı 2020'nin Martında biliyorsunuz. O yolculuğu yapamadık. Hijyen çok zor bu teknelerde. Ama İzmir Körfezi'nde çok güzel deneme seferlerimizi yaptık. ZDF'yle çok güzel bir belgesel çektik Truva diye. Ama yine o yolculuğu yapacağız.
-Kiklad teknesini ilkel aletlerle nasıl yaptınız?
Eskiden tekneler nasıl yapılıyordu sorusunun cevabını ararken, bronz el aletleri, küçük el matkapları yapıp, bunları da projelerimizi yaparken kullanıp deniyoruz. Kiklad teknesini de böyle yaptık. Tamamen dikişli tekne bunlar. Bir delik, 4 dakikada deliniyor. Ve 4 bin delik falan var üzerinde. Nasıl bir sabır, nasıl bir süreç. Ucu bronz el matkabıyla çevire çevire deliyor. Bütün bunları bu aletlerle deneyledik.
Bunların sonuçlarını sempozyumlarda sunuyoruz. Küçük makaleler yazıyoruz. Bizi davet ettikleri bütün uluslararası sempozyumlara gidiyoruz. Konferanslar veriyoruz. Mesela üniversiteler çağırıyor, gidiyoruz, anlatıyoruz bütün bu bilgilerimizi. Her şeyimizi, bütün fotoğraflarımızı, bütün bilgilerimizi herkesle paylaşıyoruz. Hiçbir şeyi saklamıyoruz. Herkes bilsin, öğrensin diye ki ne kadar bilirse herkes o kadar sahip çıkar diye düşünüyoruz. Böyle çalışıyoruz.
-Çıpanın gelişimi
Gemiler demir çağından önce nasıl denizde nasıl sabitleniyordu? Bunu merak ettik. Taşa ipi bağlamış, atmış, çözülüyor, tutmuyor tabii. Sonra delmiş taşı, ipi oraya bağlamış. O da çözülmüş. Çubuklar koymuş tutunsun diye, demir çağına gelene kadar, o tırnaklı, ağır malzemeye gelene kadar neler yapmış insan? Harika bir gelişim görüyorsunuz orada. Oxford Üniversitesi ile yaptık bu projeyi.
Antik dönemde gemilere yükler nasıl yükleniyordu, nasıl boşaltılıyordu? Eskiden insanlar suyun altına nasıl dalıyorlardı? Dalış çanları yaptık. Marinaya gidiyorsunuz bir tane küçük bot gelip sizi çekiyor ya mesela eskiden Roma limanlarında palamar botları varmış. Onlar şu arkamızdaki küçük sandallar. Hepsini yaptık. Uluburun’un bir kopyasını Kaş’ta batırıp, anforalarını, ignotlarını su altına yerleştirdik. Dünyanın ilk sualtı arkeoparkını yarattık. Sualtı kazılarında deneyim kazanmak isteyenler için iyi bir çalışma alanı oldu. Mordoğan’da da sualtı arkeoparkı yaptık.
-Yaz kış böyle çadırda mı çalışıyorsunuz?
Evet, deniz kenarı çok da zor ama burası 1. dereceden sit alanı. Fazla bir şey yapamıyoruz burada. Çadırımız üç kere uçtu fırtınadan. Şimdi Urla Belediyemiz bize çok güzel bir yer verdi. Türkiye Sualtı Arkeoloji Vakfı ve Koç Vakfı ile bizden sonraya da kalacak bir denizcilik merkezi kuruyoruz. Orada çok güzel atölyeler yapacağız, çocuklar antik dönem seramikleri yapacaklar. Denizcilik şarkıları öğrenecekler.
Sinema salonları yapacağız, tarihi filmler göstereceğiz. Bizim de çok belgeselimiz var. Z.D. Geography'den tutun, National Geography'ye, ARTE'ye, 10-12 tane belgeselimiz var. Onları orada oynatacağız.
Berrin Tuncel Birer - Odatv.com
Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >