Blog
Ölüler Müzelerde Etik Bir Şekilde Nasıl Sergilenebilir?

Dünyanın dört bir yanındaki bazı müzeler, insan kalıntılarını sergiden kaldırma kararı alıyor; çünkü ölmüş kişilerin sergilenmeye (hele ki çıkarılmaya) rıza gösteremeyeceği öne sürülüyor.
Zeynep Şoray - www.arkeofili.com
Filmlerde ve TV şovlarında ölü bedenler görmeye alışkınız, peki bir müzede geçmişten kalma bir ölüyle karşılaştığımızda nasıl hissetmeliyiz?
Pompeii’de alçı dökülerek çıkarılmış insan kalıntılarından biri.
İnsan kalıntılarının çıkarılması ve sergilenmesi, oldukça karmaşık bir konu. Dünyanın dört bir yanındaki bazı müzeler, insan kalıntılarını sergiden kaldırma kararı alıyor; çünkü ölmüş kişilerin sergilenmeye (hele ki çıkarılmaya) rıza gösteremeyeceği öne sürülüyor.
Bu durum, özellikle İlk Milletlere (First Nations) ait ataları içeren koleksiyonlar için ciddi endişelere yol açtı. Genellikle şiddetle ve rızaları olmadan alınan bu atalar, günümüzde birçok müze ve koleksiyondan resmi iade ve geri gönderim süreçleriyle yeniden ait oldukları topluluklara döndürülüyor.
Bir müzede ölümün sergilenmesi birçok soruyu gündeme getiriyor: Ölmüş kişilerin sergilenmesi etik mi? Bu sergilemeye kim onay verdi? Ziyaretçileri rahatsız edebilir mi? Bu sergi gerçekten gerekli mi? Yoksa ölmüş kişileri göstermemeyi seçerek, yaşam ve ölümün temel gerçeklerinden kaçmış mı oluyoruz?
Günümüzde kalıntıları tarayıp dijitalleştirme, reçine dökümler, kopyalar ve kalıplar oluşturma yetimiz, ölmüş insanların gerçeğe çok yakın versiyonlarının dünyanın herhangi bir yerinde sergilenmesini mümkün kılıyor.
Peki bu dökümler, biyolojik kalıntılar gibi geri mi gönderilmeli? Tarama, kopya ve dökümler, ölülere dair müdahaleci bir temsiliyet mi sunuyor? Ve sergilenen şey sadece bir kopya veya kalıp olsa bile, müze ziyaretçilerine sergilenenin travmatik doğası konusunda önceden uyarı yapılmalı mı?
Hokotehi Moriori Vakfı temsilcileri, Şubat ayında Avustralya Ulusal Müzesi’nde Ataları Chatham Adaları’ndaki evlerine geri döndürme töreni sırasında kalıntıların bulunduğu kutuları taşıyor. C: Lukas Coch/AAP
Mısır’dan İtalya’ya
Mumyalanmış insanlar gibi insan kalıntıları, halkın büyük ilgisini çekiyor. Avustralya Ulusal Müzesi’nin yakın zamanda açtığı Mısır sergisi, bugüne kadarki en popüler sergi oldu ve 208.000’den fazla ziyaretçi ağırladı.
Sergide, mumyalanmış insanlar, ana sergi alanından erişilen ayrı bir odada gösteriliyordu. Ziyaretçiler bu odaya özellikle girmeyi seçmedikçe, mumyaları göremiyordu. Bedeni saran kumaşla birlikte sunulan mumyalar, yanlarında yer alan bir tarama görüntüsü aracılığıyla sargıların altında ne olduğunu gösteriyordu. Bu hafifçe ayrılmış alan, ziyaretçiye sessizce düşünme fırsatı veriyordu.
Müzenin şu anki sergisi olan Pompeii: Inside a Lost City (Pompeii: Kaybolmuş Bir Şehrin İçinde), Vezüv Yanardağı’nın MS 79’daki patlamasında ölen insanlara ait 19. ve 20. yüzyıldan kalma alçı dökümlerin reçine kopyalarını içeriyor.
Arkeologların dahiyane tekniği sayesinde, bu dökümler, katılaşmış piroklastik akıntının içinde ölen insanların bıraktığı boşluklara alçı enjekte edilerek oluşturulmuştu. Müzedeki reçine dökümler, bazı orijinal dökümlerden farklı olarak biyolojik kalıntı içermiyor.
Sergi, bir Pompeii sokak manzarasını taklit edecek şekilde tasarlanmış. Dökümler, ana sergi alanının bir kenarında, ancak hâlâ onun içinde sayılabilecek yarı açık bir mekânda grup halinde sunuluyor. Bu alan, diz hizasında alçak bir bariyerle sınırlanmış.
Dökümlerden biri — elleriyle yüzünü kapatan bir yetişkin — bu alçak bariyerin üzerinden kısmen görülebiliyor. Diğerlerini görebilmek için ziyaretçilerin bariyere yaklaşmaları ve eğilip bakmaları gerekiyor. Bu dökümler arasında, birbirine sarılmış iki yetişkin erkek, üç yaşında bir çocuk ve bir köpek yer alıyor. Bu nispeten açık teşhir, Mısır sergisindeki gibi sessiz bir düşünme alanı sunmuyor.
Pompeii sergisine, Vezüv’ün animasyonlu patlaması, görsel efektlerle düşen lapilli taşları ve bir ses manzarası da eşlik ediyor. Bu gösteri etkileyici olsa da, sergideki dökümler, yaklaşık 2.000 Pompeii sakininin yaşadığı korkunç ölümleri en doğrudan biçimde yansıtan öğeler.
Görgü tanığı Genç Plinius, bu olayı şöyle anlatıyor: “Kadınların çığlıklarını, bebeklerin ağlamalarını ve erkeklerin bağırışlarını duyabiliyordunuz; bazıları anne babalarını, bazıları çocuklarını ya da eşlerini çağırıyor, seslerinden tanımaya çalışıyorlardı.”
Sanat eleştirmeni John McDonald, Mısır sergisinde mumyalanmış insanlar için ayrı bir oda hazırlanmasını “abartılı” bularak müzeyi eleştirdi.
Bir diğer eleştirmen Christopher Allen, Geleneksel Koruyucuların (Traditional Custodians) mumyaları “bu toprağa hoş geldiniz” diyerek karşıladığı törende, mumyalanmış bir kişinin böyle bir seremoniye anlam vereceğini ya da uygun bulacağını sorguladı.
Avustralya Ulusal Üniversitesi’nden Georgia Pike-Rowney ise şöyle sormak istediğini söylüyor: “Acaba mumyalanmış kişi, sergilenmeye hiç onay verir miydi?”
“Peki ya Pompeii dökümleri? Bunlar biyolojik kalıntı içermiyor. Ancak, ölüme giden son trajik anlarda insanların yüz ifadelerini — çok küçük bir çocuğunki de dahil — açığa çıkarıyorlar. Bu yoğun gerçeklik, bazı müze ziyaretçilerini, sargılar içindeki bir mumyadan bile daha fazla rahatsız edebilir.”
“Müzenin, özellikle Mısır sergisindeki özenli yaklaşımın ardından, bu dökümleri nispeten açık bir alanda sergileme kararı, oldukça dikkat çekici. Sergi alanında hareket ederken dökümlerden en az birinin farkında olmadan görülme ihtimali olduğu için, bazı tabelalar ziyaretçileri yüksek sesli patlama efektleri ve döküm kopyaların varlığı konusunda uyarıyor.”
Zorlu Bir Dünya
Dünya genelindeki müzeler, halkta olası rahatsızlığı en aza indirme ihtiyacı ile eğitici fırsatları ve erişimi en üst düzeye çıkarma isteği arasında bir denge kurmaya çalışıyor. Bu çoğu zaman oldukça karmaşık bir görev, özellikle de şiddet, kölelik, işgal, cinsel şiddet, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve sömürgecilik mirasıyla dolu Antik Akdeniz dünyasında.
Birçok müze, bu sorulara yanıt aramak için araştırmalar yürütüyor. Örneğin Sidney Üniversitesi’ne bağlı Chau Chak Wing Müzesi’nden Dr. Melanie Pitkin, İnsan Kalıntıları Araştırma Projesi’ni yürütüyor. Bu proje, kültüre özgü yaklaşımlarla insan kalıntılarına saygılı bakım yollarını araştırıyor. Özellikle Mısırlı mumyalanmış kalıntılar için, Mısır kökenli topluluklar ve genel halkla yapılan anketler ve yuvarlak masa toplantılarıyla danışma süreçleri yürütülüyor. Bu süreç sayesinde, şimdiye dek kültürel olarak özel yönergeler geliştirilmiş ve açıkta duran vücut parçaları sergiden kaldırılmış.
Diğer bazı müzeler ise daha radikal adımlar atıyor. Örneğin Smithsonian Enstitüsü, tüm insan kalıntılarını sergiden kaldırma kararı aldı. Birleşik Krallık’taki bazı milletvekillerinin yayımladığı “Ataları Huzura Kavuşturmak” başlıklı yakın tarihli bir politika bildirisi, İngiltere’deki tüm müzelerdeki insan kalıntılarının kaldırılmasını talep ediyor. Bu bildiri, özellikle Afrika kökenli insan kalıntılarının sömürgecilik döneminde toplanmasına odaklanıyor.
Smithsonian, tüm insan kalıntılarını sergiden kaldırdı.
İnsan kalıntılarının dökümleri, kalıpları ve kopyalarına dair etik meseleler, özellikle İlk Milletlere ait ataları içeren sömürge koleksiyonlarıyla ilgili olarak büyüyen bir araştırma alanı. Geçmişte hem ölü hem de canlı insanlardan alınan antropolojik kalıplar, çoğunlukla rıza olmadan ve şiddet içeren koşullarda, sömürgeci bağlamlarda toplanmıştı.
Örneğin Otto Finsch (1839–1917), kendi kendini yetiştirmiş bir Alman doğabilimci, etnolog ve müze küratörü, toplamda 164 “etnik” kalıp yaptı. Bunların 155’i insan yüzü, 9’u ise diğer vücut parçalarına aitti. Bu kalıplardan bazıları, İlk Milletler’den ve çoğunlukla belirsiz koşullarda alınmıştı.
Yakın zamanda, Berlin Devlet Müzeleri (Staatliche Museen zu Berlin), Avustralya’ya Atasal Kalıntıları iade etti. Şimdi ise müzenin koleksiyonunda yer alan 19. yüzyıla ait kalıpların iadesi için çağrılar artıyor. 2023 yılında, Almanya’nın Sachsen Eyaleti Etnografik Koleksiyonları, Yeni Zelanda’ya (Aotearoa) sekiz alçı kalıbı iade etti. Bu kalıplardan biri, Finsch tarafından yapılmış bir “yaşam maskesine” dayanıyordu.
5 Aralık 2024’te Berlin’deki Etnoloji Müzesi’nde Avustralyalı İlk Milletler Atalarının akrabalarına ve topluluklarına geri dönüşü için düzenlenen tören sırasında iki tabut geleneksel bir matın üzerinde yatıyor. C: Markus Schreiber/AAP
Georgia Pike-Rowney, “İlk Milletlerin atalarının kalıplarına uygulanan etik ilkeleri, çok farklı zamanlara, yerlere ve kültürel bağlamlara ait olan Pompeii dökümlerine uygulayamayız. Eski Pompeililerden bireysel bir rıza alınmamış olsa da, İtalya devleti, bu dökümlerin sergilenmesi için Avustralya Ulusal Müzesi ile iş birliği yapıyor” diyor.
“Bu dökümler, Pompeii’deki insan trajedisini hatırlamamıza yardımcı olurken, aynı zamanda onların sanatlarına ve gündelik yaşamlarına dair maddi kültürlerine de takdir sunuyor. Ancak, bu dökümleri izleyip izlememe kararını ziyaretçilere bırakmak adına daha fazla şey yapılabileceği kanaatindeyim — özellikle hayatını kaybetmiş insanlara saygı ve düşünme fırsatı sağlayacak bir yaklaşım adına.”
“Bu, kolay bir görev değil. Yaşam ve ölümün gerçekliğiyle anlamlı biçimde yüzleşmek için yaratıcı ve saygılı yollar bulmamız gerekiyor. En önemlisi ise, konuşmak — farklı ve bazen birbiriyle çelişen bakış açılarını paylaşabilmek. Pompeii sergisi, işte tam da bu tür tartışmaların yapılması için mükemmel bir fırsat sunuyor.”
The Conversation. Georgia Pike-Rowney. 19 Mart 2025.
Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >