Blog

Eyl14

Kore’de Paleolitik Dönem Teknolojileri: Seonbok Yi Röportajı

Kategori: Arkeoloji ve Sanat Haberleri  |  Yorum: 0 yorum

etiketler  AşölyenGüne KoreHammadePaleolitikTaş AletTeknoloji



Kore’de Paleolitik Dönem Teknolojileri: Seonbok Yi Röportajı

Seonbok Yi, uzun yıllar boyunca Seoul National University’de öğretim üyesi olarak görev yaptı, hem Kore hem de uluslararası arkeoloji dünyasında saygın bir isim haline geldi.

 

Buket Çağlayan - www.arkeofili.com

 

Kore’de Paleolitik dönem üzerine yaptığı öncü çalışmalarla tanınan bir arkeolog olan Profesör Seonbok Yi ile detaylı bir röportaj yaptık.

21 Ocak 2015, Azerbaycan’ın Q?b?l? bölgesindeki Dizaxli köyündeki kazı sırasında.

Seonbok Yi, uzun yıllar boyunca Seoul National University’de öğretim üyesi olarak görev yaptı, hem Kore hem de uluslararası arkeoloji dünyasında saygın bir isim haline geldi.

Çalışmalarında özellikle, Doğu Asya taş alet endüstrilerinin Avrupa merkezli modeller üzerinden “geri kalmış” olarak nitelendirilmesine karşı çıktı. Ona göre, Paleolitik dönemde kullanılan teknolojilerin “basit” ya da “karmaşık” görünmesi, kültürel ilerleme ile doğrudan ilişkilendirilemez. Aksine, bu durum çoğu zaman çevresel koşullar, hammadde çeşitliliği ve bilinçli teknolojik tercihlerle açıklanabilir.

Prof. Yi, saha araştırmalarının yanı sıra arkeolojik teorilere de önemli katkılar sundu; “teknolojik bilinçli seçim” kavramıyla insanlığın tarihöncesi dönemdeki çeşitliliğini anlamada yeni ufuklar açtı. Emekliliğinin ardından da akademik makaleler ve kitaplar üretmeye devam eden Yi, Kore Paleolitiği’ni dünya arkeoloji gündemine taşıyan önemli isimlerden biri.

Buket Çağlayan (BÇ): Araştırmalarınız, daha karmaşık taş aletlerin her zaman kültürel bir ilerlemeyi gösterdiği fikrine meydan okuyor. Özellikle Paleolitik dönemde, taş aletlerin görünürdeki karmaşıklığı ile kültürel gelişmişlik arasında doğrudan bir ilişki kurmanın neden yanıltıcı olabileceğini açıklayabilir misiniz?

Prof. Seonbok Yi (SY): Öncelikle hatırlatmak gerekir ki, taş aletler yalnızca insanların değil, diğer primatların da üretebildiği bilinen en basit teknolojik ürünlerdir. Bir taş alet topluluğunun görünürdeki “karmaşıklığına” rağmen, üretiminde kullanılan teknolojik uzmanlık, daha basit aletlerle kıyaslandığında çoğu zaman çok az farklılık gösterebilir veya hiç farklılık göstermeyebilir. Başka bir deyişle, özenle iki yüzü yongalanmış bir el baltası, sadece birkaç kaba yonga alma işleminden geçirilmiş basit yonga aletleri üreten aynı eller tarafından da yapılmış olabilir.

Aynı şekilde, taş alet üretimi yalnızca teknolojik bilgi gibi kültürel faktörlerle değil, kontrolümüz dışındaki doğal koşullarla da şekillenir. Örneğin, belirli bir bölgede çakmak taşı ve benzeri kayaçların bulunup bulunmaması, alet yapımı için uygulanacak yonga alma stratejisini belirlemede kritik bir rol oynar. Uygun hammadde olmadan, en yetenekli alet yapımcısı bile ince taş aletler üretemezdi. Çevresinde sadece kaba bazalt taşları bulunan bir birey ne yapabilirdi? Böyle bir durumda, taşlar kolayca parçalanan ve gözenekli olduğundan, muhtemelen ahşap malzemelerden alet üretmeyi tercih ederdi.

Bu konuyla ilgili birçok tartışmalı argüman öne sürülebilir, ancak yalnızca bu iki husus bile Paleolitik bağlamda taş aletlerin görünürdeki karmaşıklığının kültürel ilerlemeyle eş tutulmaması gerektiğini açıkça gösteriyor.

BÇ: Bazı çalışmalarınızda, Kore’deki Paleolitik insanların, daha karmaşık taş aletler yapabilme yeteneklerine sahip olmalarına rağmen, bilinçli olarak basit aletler kullanmayı tercih ettiklerini savunuyorsunuz. Kore arkeolojik kayıtlarından bunun en çarpıcı örnekleri neler?

SY: Argümanımı şöyle de ifade edebiliriz: taş aletlerin basitliğinde, üretim sürecindeki titiz ve kurnazca karar alma süreçleri gizlidir. Konu olan eserler, 1978’de ilk kez bildirilen Aşölyen adı verilen (veya Aşölyen-benzeri) iki yüzlü yonga aletlerdir ve Avrupa ve Afrika’da bulunanlarla şaşırtıcı derecede benzerlik gösterirler. Morfolojilerinin detaylı üç boyutlu analizi, üretimlerinde birkaç farklı yaklaşım kullanıldığını ortaya koyuyor.

Üretim sürecinin en çarpıcı yönü ise, kontrolü son derece zor olan kuvarsit ve kuvars çakıllardan oluşan hammaddelerin özgün şekillerinin ustaca ve bilinçli biçimde kullanılması. Hammaddenin doğal şeklini kullanmak için yalnızca minimum sayıda darbe uygulayarak, batıdaki Aşölyen alanlarında gördüğünüze çok benzeyen biçimler elde etmeyi başarmışlardı.


8 Ocak 2018, Seul Ulusal Üniversitesi’nde lisansüstü öğrencilerle birlikte.

BÇ: Peki, insanların basit aletleri tercih etmelerini ne motive etmiş olabilir? Bu kararlarda çevresel koşullar, kültürel gelenekler yoksa pratik nedenler daha mı etkiliydi?

SY: Bu, herhangi bir zaman diliminde ve herhangi bir bölgede çalışan arkeologlar için oldukça zor bir soru. Arkeologların geçmişi tam olarak yansıtma yetenekleri, mevcut kanıtların doğası gereği sınırlı; çünkü çoğu zaman bu kanıtlar parçalı ve bozulmuş durumda.

Benim durumumda, Paleolitik Korelilerin gerçekten “basit aletleri tercih edip etmediğini” veya bu aletleri üretmeye kültürel olarak mı eğilimli olduklarını kesin olarak bilmiyorum. Ancak en azından, hammaddenin mevcudiyeti ya da daha doğrusu yokluğu, bu aletlerin üretimi ve kullanımı üzerinde bir rol oynamış gibi görünüyor. Yani, eğer Kore’de çakmak taşı veya obsidyen gibi taş alet yapımı için uygun kaliteli hammaddeler bol olsaydı, belki daha karmaşık aletler daha fazla sayıda üretilmiş olabilirdi.

Bunu söylerken, çevresel koşulların tek başına belirleyici faktör olduğunu öne sürmüyorum. Sadece mevcut kanıtların, taş aletlerin morfolojisi ile hammaddenin varlığı arasında muhtemel bir nedensel ilişkiyi işaret ettiğini gösterdiğini belirtmek istiyorum.

BÇ: Bazı arkeologlar, basit taş aletleri sınırlı bilgi göstergesi olarak yorumluyor. Ancak siz “teknolojik seçim” fikrine vurgu yapıyorsunuz. Basitliği bilinçli bir tercih ile bilgi eksikliği arasında nasıl ayırt edebiliriz?

SY: Bu da cevaplaması zor sorulardan biri. Benim için arkeoloji, en iyi koşullar altında bile çıkarım bilimi olarak nitelendirilebilir; buna rağmen basit aletlerin yapılmasında “sınırlı bilgi” varsayımı sıklıkla dile getirilir. Bu tür ifadeler, kültür ve kültür değişimi açısından ne anlama geldiği üzerine dikkatli bir değerlendirme yapılmadan ortaya konmuş gibi görünmekte ve ele alınan veriler üzerine önyargılı düşünceleri yansıtıyor.

Aynı zamanda, arkeolojik verilerin doğasını değerlendirirken bilgi eksikliğini bilinçli bir basitlik tercihinden kesin olarak ayırt edebilecek kimse olduğunu da sanmıyorum. Benim için daha önemli olan, verilerin doğası hakkında dikkatli gözlemler temelinde mantıksal olarak sağlam çıkarımlar sunmak. Bu, veriler hakkında tatmin edici, eksik olsa da yeterli bir açıklama olarak değerlendirilebilir.

BÇ: Tarih öncesi arkeolojinin büyük bir kısmı hâlâ Avrupalı merkezli modellerle şekilleniyor. Kore’den elde ettiğiniz bulgular, bu hâkim anlatılara nasıl alternatif bir bakış açısı sunuyor?

SY: Yaklaşık elli yıl önce lisans derslerimden birinde, Graham Clark ve Stuart Piggot’un Prehistoric Societies kitabını okumuştuk; bu kitapta Kore sadece birkaç satırla geçiyordu. Çin ve Japonya biraz daha ayrıntılı ele alınmıştı, ancak yine de yeterli değildi. Elbette yıllar içinde dünya değişti ve arkeoloji için artık Avrupalı merkezcilik geçerli değil. Bugün Kore arkeolojik geçmişi için bildiklerimiz — ya da dünyanın herhangi bir bölgesi için — kültürel değişimin “evrensel” bir seyri olmadığını açıkça gösteriyor. Modern arkeolojinin görevlerinden biri, dünyanın her yerinde insan kültürel deneyimlerinin bu çeşitliliğini nesnel ve kapsamlı biçimde belgelendirmek.


1978 yılında Kore’de keşfedilen ilk Aşölyen benzeri aletlerden biri. C: Seul Ulusal Üniversitesi Müzesi

BÇ: Bu yaklaşımı uluslararası kitlelere sunarken herhangi bir zorlukla karşılaştınız mı? Fikirlerinizin küresel akademik çevrelerde kabul görmesi kolay oldu mu?

SY: Herhangi bir ülkedeki arkeologların yeni bilgi ve fikirlere daha açık olma eğiliminde olduğunu düşünüyorum; bunun arkeolojinin yeni kanıtlar bulmaya hevesli bir disiplin olmasıyla bir ilgisi olduğunu düşünüyorum. Verilerimi ve görüşlerimi yabancı meslektaşlarımla paylaşmak ve bunların insan evrimi üzerindeki etkilerini tartışmak benim için bir zevkti.

: Kore ve Doğu Asya, küresel Paleolitik araştırmalarda yeterince temsil ediliyor mu, yoksa Avrupa örneklerine kıyasla hâlâ arka planda mı kalıyorlar?

SY: Gerçek şu ki, Paleolitik arkeoloji alanı geçmişte olduğu gibi bugün de Batılı araştırmacıların hâkimiyetinde; üstelik çoğu sahada araştırma yapmaz ya da özgün yayınları okuyacak dil bilgisine sahip değil. Bu durumun birkaç nedeni sayılabilir, fakat belki de en önemlisi, Doğu Asya’da disiplinin genel olarak kısa bir geçmişe sahip olması. Örneğin, Kore’de Paleolitik kanıtlarla ilgili ilk yayınlar ancak 1965’te ortaya çıktı. Dolayısıyla, hâlâ yetişmiş Paleolitik araştırmacı sayısı yeterli seviyenin çok altında ve yakın alanlardan gelen destekler de sınırlı. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, Pleistosen’in zaman-mekân sistematiği Doğu Asya genelinde birçok boşlukla dolu. Bu nedenle, Doğu Asya’nın küresel düzeyde zayıf temsil edilmesi kısmen anlaşılabilir.

Bununla birlikte, şunu da belirtmek gerekir ki, bölgesel Paleolitik üzerine Batı literatürleri her zaman doğru olmayabilir; zira yazarlarının çoğu özgün yayınları okuyacak dil becerisine sahip değil ve bölgedeki araştırmacılarla iletişim kurmayı da ihmal ediyor. Bu durum düzeltilmeli.

: Arkeologlar, ilerleme üzerine kurulu lineer modellerden nasıl uzaklaşabilir ve bunun yerine tarih öncesi yaşam tarzlarının bölgesel çeşitliliğini nasıl vurgulayabilir? Bu bağlamda hangi teorik yaklaşımları önerirsiniz?

SY: İlerleme veya sosyokültürel evrim üzerine kurulu lineer modellerin popülerleşmesinin, farklı bölgelerin arkeolojik verilerini düzenlemede yardımcı olduğu söylenebilir. Ancak açıkça görülüyor ki, artık kültürel değişimi basit bir doğrusal anlayışla açıklamak mümkün değil. Daha önce belirttiğim gibi, bu eksikliklerin üstesinden gelmenin bir yolu, verilerin doğası hakkında doğru ve objektif bilgilere dayalı mantıksal çıkarımlar yapmak.

Bunu yaparken, modern arkeoloji geçmişi “açıklamak” için birçok teori ve yöntemden yararlanmıştır. Bu rekabet eden yaklaşımlardan hangisinin en iyi olduğunu söylemek zor; çünkü her birinin kendi avantajları ve sınırlılıkları var. Bu nedenle, yalnızca “en iyisini” seçmeye çalışmadan önce sürekli olarak “bildiğimizi nasıl biliyoruz?” sorusunu sormak gerekir. Çünkü hem verilerin hem de uyguladığımız yaklaşımların doğası hakkında epistemolojik bir değerlendirme yapılmadan arkeolojik geçmişi sağlam bir şekilde anlamak mümkün değil.


1978 yılında Kore’de keşfedilen ilk Aşölyen benzeri aletlerden biri. C: Seul Ulusal Üniversitesi Müzesi

: Taş alet teknolojisinde “bilinçli basitlik” fikrini daha fazla araştıran güncel saha projeleri veya iş birlikleriniz var mı?

SY: Resmi olarak 2022 yılında emekli olmamın ardından, devam eden projeleri tamamlamak dışında herhangi bir araştırma projesinde yer almadım. Ancak, hem yurtiçindeki hem de uluslararası meslektaşlarımla yazışmalarımı sürdürmekteyim. Özellikle, Moğolistan Arkeoloji Enstitüsü’ndeki meslektaşlarımla çalışmalarımı devam ettirmeyi planlıyorum; çünkü orada yapılacak çalışmaların, Doğu Asya Paleolitik’ine dair daha kapsamlı bir bakış elde etmemize önemli katkılar sağlayacağına inanıyorum.

: Batı dışı kökenlerden gelen birçok genç akademisyen, akademik ana akımda seslerini duyurmakta zorluk yaşıyor. Onlara kendi bakış açılarını geliştirmeleri konusunda ne tavsiye edersiniz?

SY: Batı dışı kökenli genç akademisyenlerin yaşadığı hayal kırıklığını çok iyi biliyorum. Onlara şunu söylemek isterim: Sabredin ve azmedin, fikirlerinizi duyurmaktan korkmayın. Uluslararası izleyiciler önünde yabancı bir dilde sunum yaparken, kelime seçimi veya dilbilgisi hatalarınız nedeniyle kulağa garip gelebilirsiniz. Ancak, düşüncelerinizi iyi organize edebilir ve mantıklı bir sırayla sunabilirseniz, dikkati ve saygıyı kazanırsınız.

: Günümüzde Kore’de Paleolitik dönem kamuoyu veya medyada nasıl temsil ediliyor? Akademik bilgi ile halkın anlayışı arasında bir fark görüyor musunuz?

SY: Kesinlikle! Modern yaşamın moral bozucu gerçeklerinden biri, halkı büyük ölçüde etkileyen medya tahakkümü. Medyanın yarattığı milliyetçi tartışmalar, akademik tartışmaları ve halk eğitimini sıklıkla engelliyor. Son yıllarda internet tabanlı kişisel medya, geçmişin fantezisine olan sınırsız rekabete adeta benzin döküyor. Halk arasında Paleolitik dönem kavranması zor bir dönem ve kamuoyu ilgisi çoğu zaman, o dönemde yaşayanların modern Korelilerin atası olup olmadığı sorusuyla sınırlı kalıyor; ve cevap “evet” veya “hayır” olarak bekleniyor. Oysa bu tür bir soru bu şekilde yanıtlanamaz.

: Son olarak, Türkiye’deki arkeoloji öğrencileri ve araştırmacılarıyla Doğu Asya tarihöncesi hakkında paylaşmak istediğiniz bir mesaj var mı—sıklıkla göz ardı edilen veya yeniden düşünülmesi gereken bir konu?

SY: Türkiye’nin arkeolojik geçmişi ne kadar karmaşık ve basit bir şekilde tasvir edilemeyecek kadar zenginse, Doğu Asya’nın tarihöncesi de dikkatle ve özenle ele alınmalı. Doğu Asya genel olarak, bir uçtan diğer uca çeşitli iklim ve coğrafi bölgeleri kapsayan büyük bir kara parçası. Paleolitik dönemin erken aşamalarından itibaren, bölgeler farklı maddi kültür örüntüleri sergilemekteydi; bu büyük olasılıkla farklı uyum stratejilerini yansıtıyor. Zaman ilerledikçe, karmaşıklık daha da artmış ve birçok “merkez” ile alt-bölgesel örüntüler gelişmiş. Bu nedenle, bölgesel tarihöncesiyle ilgilenen herkes, farklı kültürleri karşılaştırmalı bir bakış açısıyla ele alarak geniş bir perspektif korumalı.

: Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?

SY: Türkiye tarihöncesi hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediğimi itiraf etmeliyim. Ne yazık ki Türkiye üzerine yüzeysel okumalarım esas olarak Hattuşa ve Kaneş gibi yerlerle sınırlı. Genç Koreli arkeologların benim kadar bilgisiz olmaması gerekir ve Türkiye ile Kore arkeologları arasında etkin iletişim ve alışveriş olmasını dilerim.

 

Bu yazı hakkında yorum bulunamamıştır. İlk yorumu siz ekleyebilirsiniz >

Yazıya Yorum Ekleyin

* Takma ad kullanabilirsiniz

* Yorumunuzda görülmeyecektir

 Evet   Hayır* Her defasında yeniden girmemeniz için